. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Author

Abdurrahman Pala - page 3

Abdurrahman Pala has 58 articles published.

Suriye denklemi

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Uzun zamandır yazmıyordum.
Dostlar çok laf attılar.
Hatta
“Yazarsam beni tutuklarlar” diye mi korkuyorsun
diyenler bile oldu.
Sebebler bunlar değil.
Cahil insanlara bişey anlatmaya çalışmak, hele hele kafasındaki imajı hiç bir türlü silmeyen ve osavlarından vazgeçmeyen birisiyle tartışmak anlamsız.
Ama
Maalesef yapıyoruz.
Twitter’da bi mesaj yazıyorum veya başka mesaja yorum yazıyorum.
Allaaah
Beğenmeyen, seni bir kaçık suda boğmak isteyen yüzlerce kişi alıyor eline klavyeyi döşeniyor.
Twitter’a bile çok zamandır yazmıyorum.
Ama
Fikirlerimin, katkılarımızn ve savlarımın da bir yerlerde kayıtlı olması gerek.
“Ben demiştim. Ben yazmıştım” diyebilmek için de yazılı evrak gerek.
Onun için hadi Bismillah
4 milyonu aşkın Suriyeliyi içimizde barındırıyoruz.
Bu rakam sadece baktıklarımız.
Büyük şehirlerde ev tutan, iş tutan içimize karışan bir o kadar daha Suriyeli var.
Geçen gün Taksim’in göbeğinde 5 yıldızlı bir otele gittim. Baktım aksanı araba benziyor “Hel tarif arabi” dedim başladık Arapça konuşmaya.
Suriyeli yatırımcı parası var. gelmiş otel işletmesini satın almış,İşletiyor.
Tabii işçileri de Suriyeli.
Kötü değil
Ben bunun demografik yapımıza vereceği zarar dolayısıyle uygun olmadığını savunuyorum.
Adetlerimiz, geleneklerimizin yerini baskın arap alışkanlıklarının almasından korkuyorum.
Bu yüzden göç olayında “ev sahipliği ensar muhacir” muhabbetlerini yapanlara
“Muhacir Mekkelilerin Medineli Ensar’a rahatsızlık vermediği”nin altını çiziyorum.
Tıpkı Balkanlardan gelen soydaşlarımızın bize zarar vermediği, aksine toplum içinde geleneksel kurallara saygılı olduklarını ve üretimde çalışkanlıkta bizlere bile örnek oldukları gibi…
Suriyeli kardeşlerimiz Türkmen kardeşlerimiz orada savaşırken burada sahillerde keyif çattıkları, asayiş olaylarının içinde çok bulundukları gerçeğini unutmamamız lazım.
“Suriye’ye saldırı Hedefin Türkiye olduğunun işaret fişeğidir” diyen ve bunu 1992 yılında söyleyen Necmettin Erbakan’a da rahmet okuyarak şu tespitleri yapmak istiyorum.

1-Türkiye Suriye meselesinde doğru pozisyon almış, ABD’ye biraz uzun sürse de diz çöktürmüş, süre vererek teröristlerini sınırımızdan çekmesini ültimatom haline getirmiş ve başarmıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’ın sarayında kongre üyelerine karşı yaptığı konuşma ve açıklamalar Türkiye için diplomatik bir zaferdir. Bunun la da yetinmemiş bölgenin diğer gücü Rusya ile de masaya oturmuş ve Soçi Mutabakatı olarak tarihe geçen sözleşmeyi imzalamıştır. Aynı konuda hem ABD hem de Rusya ile aynı sözleşmeyi başaran Tek ülke Türkiyedir.
2-Ortadoğu’dak siyasi ağırlık Akdenize kaymışken AB ülkeleri ve diğer emperyallerin hayallerini Libya’nın resmi hükümeti ile anlaşmalar yaparak denizin derinliklerine gömmüştür. Bundan sonrası daha nazik, daha dikkat isteyen ve çok sıkı kontrol edilmeyi mecbur kılan bir gelecektir.
Bu tespitlerden sonra tekrar Suriye’ye dönüyor. Ve diyorum ki
İdlip’te yaşanan rejim destekli sivil katliamı durdurulmalıdır.
Rusya ile görüşmeler yapılarak rejimin masum ve çaresiz insanlar üzerindeki eylemleri önlenmelidir.
ABD Başkanı Trump bile “Rusya, Suriye ve İran, İdlib’de binlerce masum insanı öldürüyor veya öldürmek üzere, bunu yapmayın. Türkiye, katliamı durdurmak için çalışıyor.” diyor.
Bu gerçeği bir an önce gündeme almak ve müdahale etmek zorundayız.

“Astımdan korkmayın”

Yazılar içinde tarafından yazıldı

7 Mayıs Dünya Astım farkındalık günü. Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, düzenlediği basın toplantısıyla konuya dikkat çekti. Yorgancıoğlu “Astımdan korkmayın” dedi.

Yorgancıoğlu’na göre; “Dünya’da 300 milyon insan Türkiye’de 12-13 erişkinden ve 7-8 çocuktan birinin astım hastası Oran yüksek. Önemli olan onunla yaşamayı başarabilmek”

GSK Türkiye tarafından 7 Mayıs Dünya Astım Günü kapsamında gerçekleşen basın toplantısında, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, astım ve astım tedavisi ile ilgili değerli bilgiler paylaştı. Prof. Yorgancıoğlu dünyada yaklaşık 300 milyon astım hastası bulunduğunu belirterek Türkiye’de 12-13 erişkinden ve 7-8 çocuktan birinin astım hastası olduğunu söyledi.

Biz de basın toplantısı sonrası kendisiyle ayaküstü röportaj yaptık.

* A.Pala ; Böyle özel günlerde olayın önemini anlıyoruz veya anlıyor gibi davranıyoruz. Farkındalık güzel ama gerçekten bu müzmin bir hastalık mı?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, “Astım hastalığı tamamen ortadan kalkan bir hastalık değil, sürekli devam eden, kronik bir hastalık. Bu yüzden süreci yönetmek çok önemli. Koruyucu tedavilerle hasta atağa girmeden birkaç semptomla süreci atlatabiliyor. Bu sayede hastalar istediği mesleği yapabilir, sanatçı olabilir, olimpiyatlara katılabilir. Astım hastalarında yapılan en büyük hatalardan biri hareketsiz kalmaları. Biz astım hastalarının aktiviteden vazgeçmemesini istiyoruz. Hastalar doğru ve düzenli tedavi aldığı sürece istediği sporu yapabilir.”

*A.Pala ;Türkiye’deki astım hastalarının oranı bir hayli yüksek bunu neye bağlıyorsunuz?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “Bizdeki en önemli sorun hava kirliliği, sigara kullanma alışkanlığı ve benzer etkenler. Türkiye’de hava kirliliği en düşük il Ardahan. İstanbul İzmir Ankara gibi büyük şehirlerde maalesef hava çok kirli. Bu astım hastalığını tetikleyen en önemli unsur. Polenler ve bahar dolayısıyle maruz kaldığımız etkiler hava kirliliği yanında çok cılız kalıyor.

*A.Pala ;Tavsiyeniz ne

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu” Tek başına havayı temizleyemiyeceğimize göre mümkün olduğu kadar kirli havalarda dışarı çıkmamaya, mümkünse maske kullanmaya çalışabiliriz. Biz astımı tetikleyen grip nezle ve benzeri boğaz enfeksiyonlarını da önemsiyoruz. Onun için her yıl grip aşısı olmanızı tavsiye ediyoruz. Tabii sigara ve benzeri tütün ve mamullerinden uzak duracağız. Özellikle çocukları sigara içilen ortama sokmayacağız. Ve mutlaka egzersiz yapacağız.

*A.Pala ;Astımın tedavisi konusunda ne durumdayız?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu” Astım hastalığının sebeblerinden biri genetik. Anne baba veya ikisinden birisi astımlı ise dikkatli ve disiplinli olacağız. Astımdan korkmayacağız. Onunla yaşamayı bileceğiz. Öğreneceğiz ve hayatımıza devam edeceğiz. Nasıl Diyanet hastası tansiyon hastası ilaçlarini kullanarak uzun yıllar ayakta kalıyorsa astım hastaları da ilaçlarını kullanmak şartıyle hayatlarını idame ettirecekler. Hayattan geri kalmayacaklar.

*A.Pala ;Hasta gözlemleriniz bu konuda nasıl bir veri gösteriyor?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu“Astım tedavisinde en kritik nokta tedaviye uyum. Hastaların ilaçlarını düzenli kullanması tedavinin başarıya ulaşmasında son derece önem taşıyor. Eskiden sadece atak dönemlerinde ilaçlar kullanılıyordu, düzenli tedaviler yoktu. Bunun ölüme kadar giden sonuçlarını gördük. Artık farklı hastalara farklı tedaviler uygulanabiliyor. Bu tedaviler düzenli uygulandığı sürece de hastalık normalleşiyor”

*A.Pala ;Anne babalar astımlı çocuklarına “koşma, yürüme oynama yorulma” diyebiliyorlar. Bu doğru mu?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “ Hayır Astımlı çocuk da diğerleri gibi koşacak oynayacak düşecek kalkacak kirlenecek. Çocuğu bunlardan uzaklaştırmak bu defa psikolojik sorunları beraberinde getiriyor. Bizim yapmamız gereken onları uzaktan gözetliyeceğiz. Sigara içmeyeceğiz. Yanında içirtmeyeceğiz. Sigara içilen ortamlardan uzak tutacağız. Kirli havalarda mümkün mertebe dışarı çıkarmayacağız.

*A.Pala ;Klinik araştırmalarda en çok rastladığınız sorunumuz ne?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “ Özellikle gebelikte Astım hastaları bebeğe zarar veririm endişesi ile ilaç kullanmayı bırakıyor. Bu doğru değil. Tedavi hekim kontrolünde devam edecek. Astım ilaçları çocuğa zararlı olacaksa bunu hekim görür ve sizi uyarır. Hekimden gizli tedaviyi bırakmamak lazım.
Bir de bizim hastalarımızın en büyük sorunu utanıyorlar. Spirali kullanmayı toplum içinde ayıplanacak bişey gibi algılıyorlar. Sokakta kimse görmesin istiyorlar bunlar doğru değil.
Tekrar söylüyorum. Astım diyabet gibi tansiyon gibi ömür boyu beraber yaşanacak bir hastalık Tedavisini ertelemediğin geciktirmediğin, hekimin tavsiyelerine uyduğunuz sürece korkulacak bir şey yok.

*A.Pala ;Bir de meslek itibariyle astım hastası olanlar var ?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “ Evet Özellikle boya ve benzeri sentetik koku yayan işlerde çalışanlar. Kuaförler ciddi risk altında Biz burada iyi bilgilendirme ve titiz tedavi takipleriyle bunların üstesinden geliyoruz.

*A.Pala ;Mevsim dolayısıyle allerjik astım olanlar da var?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “Var ama onlar sıkı takip etmemiz gereken grupta değil. Allerjenler ortadan kalkınca o hastaların şikayetleri de çoğu kez bitiyor.”

*7 Mayıs’ı anarken söyleyecekleriniz?

-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu ”Biz toplum astımın farkında olsun istiyoruz. Bundan korkmasın. Tedaviye titizlikle uysun ve hayatını yaşamaktan geri kalmasın istiyoruz.
Astımlı bir hasta tedavisini titizlikle sürdürüyorsa herkes gibi egzersiz dahil bütün aktivitelerini yapabilir.Astımla yaşamak, yapamadıklarınızı normal kabul etmek olmamalıdır. Sağlıklı yaşamanız ve kendi normalinizi doğru değerlendirebilmeniz için neler yapılabilir.
Gerçek potansiyelinizde mi yaşıyorsunuz?
Astımınız olduğu zaman, her gün belirtilerinizle yaşamaya alışıp, bu durumu normal zannetmeye başlayabilirsiniz. Oysa astımınızı kontrol altına alarak, belirtilerinizi azaltarak yaşam kalitenizi artırabilecek yöntemler olabilir.
A.Pala ; AKT testinden biraz bahsedermisiniz?
-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “Astım Kontrol Testi (AKT) size, bir an durup, astımın günlük yaşamınızı nasıl etkilediğini değerlendirebilmenizi sağlayacak, 5 sorudan oluşan, 4 haftalık dönemde astımınızın ne kadar kontrol altında olduğunu gösteren, çevrimiçi veya çevrimdışı olarak cevaplayabileceğiniz güvenilir bir testtir. Sonuç, astım kontrolünüzün ne düzeyde olduğunu anlamanıza yardımcı olacaktır. Sonuçlar sizi şaşırtabilir. Astım belirtileri aylara ve sezonlara göre değişebileceği için testi düzenli aralıklarla doldurmanız faydalı olacaktır. Astım Kontrol Testi (AKT) size, bir an durup, astımın günlük yaşamınızı nasıl etkilediğini değerlendirebilmenizi sağlayacak, 5 sorudan oluşan, 4 haftalık dönemde astımınızın ne kadar kontrol altında olduğunu gösteren, çevrimiçi veya çevrimdışı olarak cevaplayabileceğiniz güvenilir bir testtir. Sonuç, astım kontrolünüzün ne düzeyde olduğunu anlamanıza yardımcı olacaktır. Sonuçlar sizi şaşırtabilir. Astım belirtileri aylara ve sezonlara göre değişebileceği için testi düzenli aralıklarla doldurmanız faydalı olacaktır.”

*A.Pala ;Çok Teşekkür ederim
-Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu “Biliyorum Manisalısınız. Annenizi ziyarete gelince beklerim.”
*********************

Astım ve Ebeveyn Olmak
Ebeveyn olmanın “tam zamanlı bir iş” olduğu hep söylenir. Anne baba olmak yorucu olabilir, özellikle de astımınız kontrol altında değilse çocuklarınıza ayak uydurmak zorlaşabilir.
Bu durum çocukları ile rahat vakit geçirmek isteyen ebeveynler için tedirginliğe sebep olabilir. Astımı hastası kişiler kendilerini haksız yere kısıtlanmış hissedebilir, hele çocukları da astım hastasıysa bu daha da fazla strese yol açabilir.
Ancak astımınızı kontrol altında tutmak için yapacağınız değişiklikler bir ebeveyn olarak karşınıza çıkabilecek zorlukları aşmanıza yardımcı olacaktır.
“Gece uyandığım zaman kendimi oğlanlardan öksürük sesi geliyor mu diye kulak kabartırken buluyorum ve kendime gece uyumazsam sabah onlara faydam olmayacağını hatırlatmaya çalışıyorum. 2 yaşındaki küçük kızım için bebek telsizim var, oğlanları da kendi odamdan duyabiliyorum. Böylece hem onların uykusunu hem de kendi uykumu daha az bölmek zorunda kalıyorum”

-Ebeveyn ve çocukların astım hastası olduğu bir aile
Astımlı çocuklarınız: İyi bir örnek oluşturmak
Hem ebeveynlik yapıp hem de astımınızı kontrol etmek zor olabilir, ancak astımı olan çocuklarınız kendi astımlarını yönetmeyi sizin tecrübelerinizden öğrenecektir.
Kendi astımınızı yönetirken çocuklarınızın sizi gözlemlemesi, ilaçlarını doğru kullanmalarını sağlayabilir. Astım yönetiminizi günlük aile rutininize katmak da, astımı çocuklarınızın gözünde normalleştirebilir ve böylece hem şimdi hem de gelecek için iyi alışkanlıklar edinilmesini sağlayabilir.
“Günlük ilaçlarımızı oğlumla aynı anda kullanırdık. Bu sayede hastalığı hakkında daha normal hissetti, tedaviyi acayip veya korkutucu olacak algılamadı”

-Ebeveyn ve çocukların astım hastası olduğu bir aile

****************************
Astımı tetikleyen faktörler
Sigara dumanı
Kedi, köpek gibi tüylü evcil hayvanların derileri, tükürükleri ve idrarları
Akarlar
Egzersiz
Polenler
Küf mantarları:
İç ve dış ortamdaki hava kirliliği, soğuk hava ve bazı besinler
Üst solunum yolu enfeksiyonları ve sinüzit
Geniz akıntısı 
Reflü (mide içeriğinin ağıza geri gelmesi)
Stres, aşırı üzüntü, kahkaha
Bazı ilaçlar
Hava kirliliği
Kapalı yerlerde uzun süre kalmak
Uzun süre hareketsiz kalmak

Kredi kartı ve savurganlığımız

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Son günlerde Rıza Kayaalp’in tekrar güreş şampiyonu olmasıyla sevindik.

Kızlarımızın da güreşteki başarıları bizi mutlu etti.

Dünya şampiyonu olduğumuz yarışma sporlarımız çok az.

Biraz Güreş’te biraz da kişisel sporlarda varız.

Ama;

Bir konuda dünya şampiyonuyuz.

Türkiye kredi kartı ve banka kartında dünya şampiyonu

Türkiye’de 2019 yılı itibariyle 148 milyonu banka kartı ve 66 milyonu da kredi kartı olmak üzere 214 milyon kart var.
81 milyonu biraz aşan nüfusumuzun üç katı kredi kartı ve banka kartımzı var.
Bu sayı son 5 yıldır İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da önünde Avrupa’da ülkemizi birinci sırada şampiyon yapıyor.
Bunda sokakta kredi kartı dağıtan, sosyal medyada ilanlar vererek kredi kartı pazarlayan bankaların da katkısı var elbette…
Şunu bilmemiz gerekiyor.
Kredi kartı modern bir ödeme yöntemidir.
Aylık masraflarınızı biriktirip belirlediğiniz gününde ödemektir aslolan…
Biz de ise öyle olmuyor.
Kişi kendisine kolayca verilen kredi kartını atm’ye sokup nakit çekiyor.
Bahanesi de hazır
“Ona buna boyun bükeceğime bankaya borçlanırım”
Güzel de sen sadece borçlanmıyorsun
Ödeme gücünün olmadığı bir sarmala giriyor ve birinci kartın asgari ödeme tutarını öteki kartından çektiğin nakitle kapatıyorsun.
Bu kısır döngü bir süre sonra ödenemez, altından kalkılmaz borç yığınıyla seni başbaşa bırakıyor.
Bu defa “Devlet kurtarsın” diye beklentiye giriyorsun.
Bazı sahtekar politikacılar da kredi kartı borçlarını affedeceğini söyleyince gözlerin faltaşı gibi açılıyor.
Çevremde bildiğim çok disiplinli küçük esnaflar var.
Adam taksi şoförü bir ay boyunca yakıtını kredi kartıyla alıyor.
Gününde de borcunu ödüyor.
Bir ay boyunca kullandığı yakıtın finansını bankasına yaptırıyor.
Banka için makbul bir müşteri olmasa da muhteşem fırsatı değerlendiriyor.
Bankanın kendisine sağladığı krediyi nakte dönüştürüyor. Her gün yakıt için nakit ödeyeceğine aydan aya ödüyor.
Ne güzel.
Kredi kartı böyle bişey
Adam gibi disiplinli ve gelirin kadar kullanabileceğin bir ödeme aracı.
Türkiye’de her yıl yaklaşık 5,5 milyar kartlı işlem yapılıyor.
Bundan 10 yıl önce kartla yapılan tüketimharcamaları yüzde 15 oranlarındayken günümüzde yüzde 38 civarına yükseldi.
En fazla kartlı ödeme yapılan sektör 148 milyar lira ile market ve AVM’ler; bu iki sektörü 78 milyar lira ile akaryakıt, 68 milyar lira ile giyim, 57 milyar lira ile küçük gıda perakendesi, 45 milyar lira ile elektronik eşya sektörlerinin takip ediyor.
Uzmanlar ise işlemlerini kredi kartı ile yapanları, bilmedikleri sitelerden alışveriş yapmamaları, online işlemlerde sanal kredi kartı kullanmaya dikkat etmeleri konusunda uyardı.
Uzmanların bir uyarısı da banka kartı ve kredi kartı üzerinden yapılan dolandırıcılıktan bahisle şifre ve işlem güvenliği konusunda kişileri daha dikkatli olmaya çağırıyorlar.
Benim de uyarım
Kredi kartı ve banka kartı bir ödeme aracıdır.
Geliriniz kadar kullanacak ve gününde ödeyeceksiniz.
Belirsiz bir meçhule yol almak için bir çok kredi kartına sahip olup onları savurmak Türk insanına yakışmaz.

Çağrı Merkezi deyince…

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Çağrı Merkezleri Derneği
Özellikle kurumsal firmaların kurmak zorunda oldukları, Şimdi kamu kurum ve kuruluşlarının da öncelikle kurmak ve eyleme geçmek zorunda olduğu bir hizmet.
Yapılması gerekli.
Ama
Para kazandırmıyor.
Çünkü;
Çağrı merkezleri kurumlarla ilgili şikayet ve iletişim imkanlarını şirketine ulaştıran, müşterinin şikayetlerini gidermek üzere kurulan bir organizasyon.
Para kazandırmadığı için de kurumlar tarafından “angarya hizmet” kabul ediliyor.
Çağrı Merkezleri Derneği, Türkiye’de çağrı merkezleri sektörünün gelişimini sağlamaya, faaliyet ve etki alanını genişletmeye yönelik iş/güç birliğini hedefleyen referans kuruluş olmak üzere, Kasım 2008 tarihinde 9 kuruluşun ortak girişimiyle kurulmuş.
Dernek, kısa sürede toplam 52 kurumun üyeliğiyle sektörün yaklaşık yüzde 90’ınını temsil eder konuma gelmiş.
Perşembe günü bu Çağrı Merkezleri Derneği yeni seçilen Yönetim Kurulu basınla bir araya geldi.
Bendeniz de oradaydım.
Dinledim.
Bilgileri tarttım.
Yeni şeyler öğrendim.
Mesela;
67 ilde istihdama katkı sağlayan bu sektörün toplam personeli 92 bin.
Yöneticileri ile birlikte bu sektörün 2019 yılında 112 bin kişiye istihdam sağlayacağı tahmin ediliyor.
Hep aklımızda olan bişey var.
“İşe yaramayan kalifiye olmayan işsizlerimiz çağrı merkezlerinde çalışır”
Bu doğru değilmiş
Büyük çoğunluğu Üniversite mezunu çalışanların yüzde 67 si kadın
Yaş ortalaması da 27
Asgari ücretle çalışan personel sayısı da mevcudun yüzde 20 si.
Yani
Çağrı merkezlerinde, eğitimli, çoğunluğu kadın asgari ücretten fazla kazanan mutlu bir çalışan grubumuz var.
Bir de İnternetten veya “bi masa bi telefon” tüketiciye ulaşıp mal satmaya çalışan kişiler de bu sektörel rakamların dışında…
Araştırma yapan şirket 6 bin çağrı merkezi olarak çalışan kuruma ulaşmaya çalışmış.
Bunların sadece 1400’ü 5 kişiden fazla çalışanı olan çağrı merkezi hüviyetini taşıyan kurum olarak tanımlanmış
Demekki;
112 bin kişilik bir istihdam yaratan bu sektör sıralamasında kriterlere uymayan bir o kadar da merdiven altı kuruluş var.
Konumuza dönersek;
2018 verilerine göre sektörün pazar büyüklüğünün geçen yıla oranla yüzde 21,5’lik bir büyüme ile 6.2 Milyar TL’ye ulaştığı görülüyor.
Ülke genelindeki istihdam oranlarında birincilik yüzde 26’lık bir oranla telekomünikasyon firmalarına, ikincilik ise yüzde 13’lük bir oranla finans sektörüne gidiyor. İki sektörün sıralaması geçen yıldan bu yana sabit kalırken kamu kurumları ise onunculuktan üçüncülüğe yükseliyor. Yüzde 11’lik bir oran ile finans sektörünü yakından takip eden kamu kurumlarının ardından yüzde 10’luk bir oran ile gıda, tekstil ve beyaz eşya üreticilerinden oluşan tüketim ürünleri sektörü geliyor.
3 büyük şehrin dışında kalan diğer Anadolu illerinde çağrı merkezlerine yapılan yatırım oranı yüzde 44 iken, bu yıl yüzde 56’ya yükselmiş durumda. Geçtiğimiz yıl sektörün yüzde 39’unu bünyesinde bulunduran İstanbul’un bu seneki istihdam oranı yüzde 26. Ankara ve İzmir ise sıralamada yer değiştiriyor. Ankara’nın istihdamı yüzde 7, İzmir’in ise yüzde 11 oranında. Ortaya çıkan bu tablo sektördeki istihdam dağılımının, üç büyük şehirden başlayarak diğer bölgelere doğru yayıldığını gösteriyor.
Özellikle şikayet ve dileklerimizi kurumlara iletmek üzere verilen bu hizmet belki gelecekte şekil değiştirecek.
Ama;
Hep olacak.
Yeni yönetime başarılar sizlere de sorunsuz hayat diliyorum.
Son söz şu
Çağrı Merkezleri yöneticilerinin bir talebi var.
Görüşmeniz bittiğinde “Teşekkür ederim” demeniz.
ARZEDERİM.

Artık işimize dönmeliyiz

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Bu bir mahalli seçim
Yani köyünde muhtarı, beldende ilçende Belediye Başkanını, İllerde ve büyük şehirlerde Büyükşehir Belediye Başkanlarını seçecektik.

Çevremizde, ilçemizde bize daha iyi hizmet edeceğine inandığımız kişileri seçecektik.
“İntikam” diyenler burada da bizi rahat bırakmadı.
Türk milletine ve onun şahsında cumhur ittifakına kan kustular.
Mesele buraya gelmeseydi
Böyle olmasaydı
Mutlaka iyi olurdu.
Ama;
Abdülhamid Han’ı indirmeye kalkışanlar nasıl ondan sonrasını hiç düşünmedilerse, Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinde birleşen, aslında emperyalist güçlerin izinde, onlara hizmet eden ve bunu kendileri için tek istikamet olarak gören bu bedbaht şahsiyet ve fikir sahipleri parti amblemi altında 35 yıldır iliğimiz kemiğimiz sömüren PKK belasının bitme noktasına geldiği sene de PKK’nın da desteğini alarak adına intikam dedikleri bir seçime girdiler.
“Erdoğan’ın öldürülmesinden başka çare kalmadı” gibi paylaşımlar yaptılar.
“3 milyon oy vereceğiz. Ankara’da Yavaş, İstanbul’da İmamoğlu değil Belediyeyi biz yöneteceğiz” diyen HDP eş başkanları bunları pervasızca dillendirirken Kılıçdaroğlu ve diğerleri kulaklarının üstüne yatmayı “ Aslında ben ne diyeceğimi biliyorum. Ama çarem yok” dediklerini zımnen anladık.

Tüm iktidarları boyunca başörtüsüyle savaşan bu zihniyet, bu seçim sürecinde seçmenlere başörtüsü hediye etti.
Düşünebiliyormusunuz Başörtüsü hediye dağıttı.
Büyükşehir adayı Ekrem İmamoğlu çok kötü talim ve tecvidiyle Yasin okudu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Cuma’ya giden aday gibi.
İronik değil mi?

Şimdi;
Yerel yöneticilerimizi seçtik.
Fazlasıyla önem atfettiğimiz bu atmosferden bir an önce çıkıp artık icraata yönelmemiz şart.
Taraflar belli oldu.
PKK ile işbirliği yapanlarla ona karşı duranların seçimi bitti.
Vatandaşın ekonomik sorunları çok.
Emekliler çok zorda.
Sanayi ve ticaret durgunlukta
ve en önemlisi
Tasarruf ve üretim ile ülkeyi daha da ileriye götürecek çalışmalara vakit geçirmeden başlamalıyız.
Ekonomiyi yönetenler bir an önce yapısal reformları yaparak pansuman tedbirler yerine reel projelerle ülkenin önünü açmalıdır.
Hükümet asli işine dönecek
ama;
Halk da içinde bulunduğumuz nazik durumun farkında olmalı ve geleceği yeniden planlamalıdır.

Üretirken tasarruf etmek

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Liberal ekonomilerde belirleyici öge üretimdir.
Arı gibi.
Üretecek. Ürettiğinin bir miktarını tüketecek. Artakalan ürettiğin ile dünya’ya açılacaksın.
Rekabet edeceksin.
Daha iyi ürünler ürettiğin için de terrcih edileceksin.
Ekonominin katı kuralları bunlar.
Ama;
Bu kaftan bize ne kadar uyuyor?
Veya uyuyor mu?
Ekonomik kriterler ve rekabet geliştikçe hayatımıza yeni kavramlar giriyor.
Dünya nüfusu ve yaşam standartlarının artmasıyla tüketim de yükseliyor.
Dünya üretebildiğinin 1,6 katını tüketiyor.
Bu Türkiye için biraz daha farklı eğrilerde…
Bu da uygulanan kullan-at modeline dayanan ‘Doğrusal Ekonomi’ yerine, sıfır atık ve geri dönüşümü temel alan “döngüsel ekonomi”yi önemli kılıyor.
Günümüzde kullanılan doğrusal ekonomi ham maddelerden ürünlere ve ürünlerden atığa giden bir çizgi izliyor.
Araştırmalara göre imalatta kullanılan ham maddelerin yüzde 90’ı ürün daha fabrikadan çıkmadan önce israf olurken, mamul ürünlerin yüzde 80’i ise ilk altı ay içinde ticari ömrünü tamamlıyor.
Bu facia demek!
Böyle bir israf ekonomisine kimse dayanamaz.
Onun için üreteceğiz.
Tamam
Ama önce tüketirken dikkatli olacağız.
Çöplerden elektrik üretmeye kadar geri dönüşüm ve bazı dikkat çeken çabalarımız var.
Bunları gözardı etmiyorum.
Üretirken savurgan bir ziniyetle hammaddeyi israf ederek işe başlayınca beynimize yerleşen zihniyet bizi rahat bırakmıyor.
Çevrenize bakın tatlıcı da tatlının adedi sayılmaz. Fırında ekmeğin sayılmadığı gibi…
Halbuki;
Bizim ekonomimizin çok sıkı bir sayım ihtiyacı var.
Ürettiğimizi tüketiciye ulaşıncaya kadar onun değerini bilerek koruyacağız.
Ürettiğimiz değerleri metaya tahvil konusunda savurgan olmayacağız.
Beyaz eşya sanayicilerinin en çok şikayet ettikleri yassı çelik girdisi sektörün girdilerinin yüzde 17’sini oluşturuyor.
Bir Buzdolabı bir çamaşır makinesinin üretiminde bu kadar yer tutan yassı çelik’in plakaları kullanılırken, saraç mantığıyla nereden ne parça çıkabilir hesabı yapılması gerekirken maalesef yapılmıyor.
Beyaz eşya sektörünün sadece yassı çelik’te fire olarak verdiği miktar tabakanın yüzde 20 sini oluşturuyor.
Türkiye’nin çelik üretimindeki toparlanma devam ediyor. 2012-2015 döneminde düşüş gösteren Türkiye’nin ham çelik üretiminin, bu yılın Ocak-Eylül döneminde % 4.1 ile yeniden büyüme eğilimine girdiği gözleniyor. Üretimde yaşanan 1 milyon tonluk artışın tamamı slab üretiminden kaynaklanırken; kütük üretimi, geçen yıl ile aynı seviyede kalmış bulunuyor. Yöntemler itibariyle ise, üretimdeki artışın % 84’ünün elektrik ark ocaklı tesislerde gerçekleştiği anlaşılıyor.
Üretimin yeniden toparlanma eğilimine girmesinde, piyasalarda fiyatların toparlanması yanında, girdi maliyetlerindeki dengenin yeniden sağlanmış olmasının etkili olduğu değerlendiriliyor.
İşe buralardan başlamak lazım.
Sadece ithal ederek üretmek yerine üretimde tasarrufu ön plana almalıyız.
Bir de geri dönüşüm ve yeniden değerlendirme konusunda bu dev şirketlerin fikir üretmesi lazım.
Çare üretmesi lazım.
İthal ettiğimiz yassı çelik’i hoyratça heba etmemeli ondan alınabilecek maksimum verimi alabilmeliyiz.
Ekonomiye kazandırılan her atık, çocuklarımızın gelecekte daha fazla kaynağa ve daha temiz çevreye sahip olması demek. Bunun için uzun vadeli bir stratejiye de ihtiyaç var.
AB 2030 yılına kadar üretimdeki bu atıklarını verimli kullanılması, yeniden değerlendirme ile ekonomiye kazandırılması karşısında 600 milyar dolarlık bir katkı beklediğini raporlarına yazıyor.
Bizim bu yıl benzer çabalardan beklediğimiz gelir ise yıllık 3.5 milyar dolar.
Bu bile çok az ama
Hiç olmadığını düşününce kazanç olarak değerlendiriyoruz.
Biz niye benzer tedbirleri alıp aynı yolu izlemeyelim.
Unutmayalım
Sanayide kullandığımız yarı mamul ve ara malları da biz ithal ediyoruz.
Onlar da bizim için değerli varlıklar.
Üretirken dikkatli davranmak gerekiyor.
Olaylar bizlere bunu acı tecrübelerle öğretti.

Borç yiğidin kamçısı mı gerçekten?

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Liberal ekonomilerde belirleyici öge üretimdir.
Üretim yoksa siz de yoksunuz.
Borcunuz olabilir.
Eğer üretiyorsanız, borcunuzu döndürebilecek atraksiyonları yapabiliyorsanız borçlu olmanız da çok önemli değildir.
Uluslararası Para Fonu (IMF) raporuna göre dünya ülkeleri borca batmış durumda…
Dünyadaki hükümetlerin toplam borcu 63 trilyon doları geçerken, Amerika Birleşik Devletleri 19 trilyon 940 milyar dolarlık rekor borçla ilk sırada yer alıyor.
ABD’yi Japonya ve Çin takip ediyor.
Japonya’nın borcu 11 trilyon dolar.
Onu takip eden dünya devi Çin var.
Onun da borcu 5 trilyon doları aşıyor.
Avrupa’nın batmış ülkelerinden İtalya’nın borcu 2 trilyon 454 milyon dolar
Onu takip eden Fransa’nın da borcu 2 trilyon 375 milyon dolar.
Türkiye’nin ise borcu yaklaşık 230 milyar dolar.
Yukarıdaki rakamlara bakınca Türkiye’nin borcu devede kulak.
Dünya’da borç hesapları GSMH’ya oran itibariyle ölçülüyor.
Borcunuz gayri safi milli hasılanız ile ne gibi ilişki içinde?
Burada batmış Amerika’dan sonra en borçlu ülke olan Japonya GSMH’ye yüzde 240 oranla borçlu.
Ürettiğinin 2 buçuk katı borcu var.
Yunanistanın borcu GSMH’ye oranla yüzde 181
Neredeyse GSMH’nin iki katına yakın borçlu.
Bu durum ülkemizde nasıl?
Hazine müsteşarlığının verilerine göre;Türkiye’nin eylül ayı sonu itibariyle merkezi yönetimin borcu 230 milyar dolar.
Bu da GSMH’nın yüzde 30’na tekabül ediyor.
Türkiye’nin belini büken ise hazine garantili özel sektör borçları.
Bu borçları 230 milyarın üstüne koyduğunuzda Hazinenin sorumlu olduğu borçlar 479 milyar dolara çıkıyor.
Bu da Gayri Safi Milli Hasılamızın yüzde 53’ne karşılık geliyor.
Bu bile dünya ülkelerinin borç liginde iyi durumda olduğumuzu ortaya koyuyor.
İktidarı sevin sevmeyin.
Kemal Derviş’ten tevarüs eden sıkı maliye politikasında Ak Parti hükümetleri taviz vermediler.
Türkiye’nin en karanlık yılları olan 90’lı yıllardan sonra düzenlemeler sonuç verdi.
Gecelik faizde yüzde 7500’ü gören Türkiye’den, 18 bankası batırılmış, Türkiye’den, 246 milyar dolar milletin parasının buharlaştırıldığı günlerden bu günlere geldik.
Güzel şeyleri söylemeliyiz.
2002’de toplanan verginin 14 lirası halkın hizmetine, 86 lirası faize giderken 2018 yılında 88 lira üretime 11 lira ise faize gitti.
1930’dan 2002 yılına kadar, ortalama her yüz liranın 70 ile 80 lirası faize gitti.Yıllık ödediğimiz faizin TL. karşılığı 50 katrilyon.
PKK’yı başımıza bela edenler PKK ile savaştan başımızı kaldıramayalım istediler.
Her yıl ortalama 10 milyar dolarımızın terörle mücadele için harcadık. 35 yıldır bu mücadelenin devam ettiğinini bir kenara kaydedin. O paranın teröre değil yatırıma harcandığını düşünün.
Türkiye uçardı.
11. Kalkınma Planı Tanıtım Toplantısı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “2002 yılında %72’ye ulaşan kamu borç stokunun milli gelire oranını 2016 yılında %28’e kadar düşürdük. Bu oranla Avrupa’nın en iyi durumda olan ülkeleri arasındayız.” iddiasında bulunmuştu.
Erdoğan’ın iddiasını Hazine Müsteşarlığı, Ocak 2018 Borç Göstergeleri sunumu ve Eurostat verilerinden faydalanarak inceledik. Hazine Müsteşarlığı sunumuna göre Türkiye’nin brüt kamu borç stoku iddia edildiği gibi %72’den %28’e kadar düşmüş.
2016 yılı için kamu borç stoku, AB ülkeleri ile mukayese edildiğinde de benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. AB genelinde brüt dış borç stokunun GSYH’ye oranı ortalama %83,2 seviyesindeyken, %28,3’lük oranla Türkiye Estonya ve Lüksemburg’un ardından en iyi durumdaki ülke oluyor.
Buna rağmen tablo ümit kırıcı değil.
Ümitsizliğe düşecek bir durumumuz yok.
Eksiğimiz ise başta devlet kurumlarımız olmak üzere tasarruf etmeyi bilmiyoruz.
Tasarrufu aynı zamanda sevmiyoruz.
Başta devlet erkanı milleti tasarrufa çağırırken, kendilerinden başlayarak tasarruf etmeyi ilke edinmeliler.
İnsanımız önce kendi nefsinden başlayarak tasarruf etmeli,
Umutsuz olmamız için yeterli sebeb yok.

Bu defa treni kaçırmayacağız

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Türkiye’de üniversiteler arasında ilk ve tek Blockchain Teknolojisi Araştırma Merkezi özelliği taşıyan BAU BlockchainIST Center, Blockchain Ticaret Platformu (BTP) ile Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı Blokzincir projesi için iş birliği yapıyor.
Bunun için Çarşamba günü BTP Başkanı Direktörü Dr. Kenan GÜLER, ile BAU Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Şenay YALÇIN, törenle işbirliği protokolü imzaladılar.
80’li yıllarda “Türk genci bilgisayar neslinden uzak kalmasın” diye reklamcılıktan kazandığı parayla Bilgisayar dergisi çıkaran bir kişi olarak çok heyecan duydum.
Koşa koşa bu törene gittim.
Çünkü;
Biz İntranet devrinden treni kaçırdık.
İnternet devrinde ise olayı, sadece internette sörf zannettik.
Dünya eğitimlerini bile internetten uzaktan kumandalı verirken biz Google’da bişeyler aradık.
Bilmediğimiz bir çok şeyi sanki herşey doğruymuş gibi Google amcaya sorduk.
İnternet devrini de verimli kullanamadık.
Okullarımız bile bu fırsatı görüntülü takip, veliye haberdar etme gibi işlerde kullanırken çocuklarımız da maalesef sadece oyun oynadı.
Hala da öyle…
Torunum okuldan gelir gelmez eline tableti alıp köşeye çekiliyor.
Farkına varamadık işin…
Ve
Batılı gelişmiş ülkelerle teknoloji ve innovasyon konusunda makasımız hep açık kaldı.
Batılı gelişmiş ülkeler BIGDATA devrine geçti.
Biz “ o ne?” dedik.
Sanayi 4.0, Yapay zeka konuşulurken biz hala kavrama aşamasındayız.
Manisa’daki lise çağındaki gençlerimizin ve onun gibilerinin çalışmalarından gurur duyuyorum.
Şimdi ilk defa batılı gelişmiş ülkelerle aynı anda bir evre atlıyoruz.
Blokzincir
Bu sayede Hollanda’daki bir fabrika’dan ana ve ara malı Manisa’daki fabrika’ya gümrük, banka ve konşimento işleri dahil sanal ortamda yapabiliyor ve malı Manisa’daki fabrika’ya teslim edebiliyorsunuz.
Dünyanın en prestijli bilişim teknoloji şirketlerinden IBM’in de desteklediği projede; Atez Yazılım Teknolojileri, Schneider Electric, DB Schenker Arkas, Vakıfbank ve Güler Dinamik gibi önemli kurumlar yer almakta. İlgili bakanlık ve kamu kurumlarının da desteklediği proje sayesinde ,Türkiye’de ihracat ve ithalat blokzincir teknolojisi ile hiç olmadığı kadar güvenli ve hızlı hale geliyor.
Blokzincir Ticaret Platformu ve BlockchainIST Center işbirliği sayesinde dış ticaret işlemlerinde ürünlerin sipariş aşamasının, ihracat/ithalatının, sevkiyat planlamalarının entegre olarak yürütülmesinin yanı sıra kullanılan belgeler sahteleri yapılamayacak şekilde dijitalleştirilebilecek ve tüm taraflara zaman ve maliyet avantajları sağlayacak.
Sevindiğim taraf şurası.
Bu Blokzincir gelişmiş ülkelerden sonra değil, onlarla birlikte Türkiye’ye geldi.
Bir de Üniversite desteği ve eğitimi eklendi.
Bu yüzden beni çok heyecanlandırıyor.
20 yıllık genç bir üniversite olmasına rağmen Türkiye’de ve dünya’da öncülüklerin lideri Bahçeşehir Üniversitesi bu olayda da bir adım önde…
4 ayrı branşta Blokzincir eğitimi verecekler.
Ömrünün 40 yılını eğitime adamış Enver Yücel kardeşimiz kurduğu üniversitenin 20 yılında, bu imza törenine tanık oldu ve Londra’da üniversite açmak çabalarını müjdeledi.
Hatta;
Londra’daki ümiversite’ye rektör yapacağı profesörü de bu toplantıda tanıttı.
Bu toplantıya Cumhurbaşkanlığı da birim başkanını göndermişti.
Çok ciddiye almış olmalarından gurur duydum
Ülkem için güzel şeyler oluyor.
İnşallah
Bu defa treni kaçırmayacağız.
Takip eden değil yön veren olacağız.
Umudum bu…

Merkez bankası’nın karı THY’nin zararı

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

iletişim adresinde devlet kurumlarının kullandığı “gov.tr” ekini kullanıyor.

Yani;
Bir devlet kurumu

Yani Devletin finans işlemlerini yola koyması beklenen Uluslararası alanda da temsil gücü olan bir mekanizma…

Ve
İnternet sitesinin başında slogan olarak

“Merkez Bankasının temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. “ yazıyor.

Bankanın serlevhasında

“Merkez Bankası 11 Haziran 1930 tarihinde bir anonim şirket olarak kurulmuştur. Banka, İdare Merkezi, Banknot Matbaası ve Şubelerden oluşmaktadır.
Bankanın İdare Merkezi Ankara’dadır. On dokuz Genel Müdürlük ve yirmi bir Şubeden oluşan Bankanın, 2017 yılı sonu itibarıyla 3.730 çalışanı bulunmaktadır.”

yazmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’nin burada temsil aşamasında bulundurduğu üyeleri olmasına rağmen banka kamu vicdanında hiç bir zaman “yerli ve milli” olmak konusundaki beklentilere cevap verememiştir.

En güçlü olduğu dönemde bile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası uygulamalarından rahatsız olmasına, bunu gizli ve açık beyan etmesine, bazen de alenen eleştirmesine rağmen hükmeden olamamıştır.

Olmalı mıdır?

Bu da tartışmalıdır.

Bana göre Merkez bankası kendi ilkeleri içinde tam bağımsız olarak milli duyguları ve vatanını öne alan kişiler tarafından Türk insanının menfaatlerini dünya ile entegre eden bir kurum olmalıdır.

Bağımsız olmalıdır.

Tamam

Ama;

Yönetenler Türkiye’li, Türkiye’nin menfaatlerini her şeyin önünde tutan ve siyaset veya başka bir etki ile ilkelerinden ve ülkülerinden vazgeçen kişiler olmamalıdır.

Anonim şirket olmasına rağmen, kanunla yüzde 51’i hazzineye ait olmak zorunda olan Türk insanının ortaklarını tanımadığı bilmediği ve Hazine’ye ait olduğunu sandığı Türkiye Cumhuriyet Merkez bankası,2018 yılını 56 milyar 279 milyon 555 bin 434 lira dönem karı elde etti.

Bilançoya göre TCMB’nin aktifinde 105 milyar 904 milyon 19 bin 148 liralık uluslararası standartta safi gram altın bulunduğu, yabancı para banknotlar hesabında ise 18 milyar 69 milyon 286 bin 283 lira olduğu görüldü.
TCMB’nin 2017 yılında dönem karı 18 milyar 383 milyon 903 bin 389 lira olmuştu.
Şimdi;
Soru şu
Bunca çalkantıyla geçen 2018 yılında, içerden ve dışardan finansal saldırılara uğrayan Türkiye Cumhuriyetinin merkez bankası karını nasıl 3’e katlamıştır.?

Eğer bilanco oyunları yoksa 3 kar fazla kar etmesinin ana sebebleri nelerdir?
Merak ediyorum.
Yine merak ediyorum
Bütün dünya’ya bayrak taşıyıcımız diye övündüğümüz THY, yolcu ve sefer sayılarında rekor kırmasına rağmen 8 milyar zararı nereden üretmiştir?
Açık ve şeffaf olmak ekonominin ilk şartıdır.
Siz açıklanamaz gerekçelerle açıklanması müphem sonuçları insanların yatırımcının önüne koyarsanız ülkenizde yatırımcı bulamazsınız.
Dijital dünya’da sermayenin bir yerden bir başka yere transferinin bir tık mesafede olduğunu düşününce şeffaflık daha da önem arzediyor.
Hatırlatmak istedim.

Beşiktaş nereye…?

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Pazartesi akşamının neşesi Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi 3-3 berabere sonuçlandı.

Her şey Beşiktaş’ın lehine iken, erken dakikalarda gol bulmuşken, ve Fenerbahçe 44. dakika’ya kadar akın yapamamışken içeri 3-0 galip giren Beşiktaş, ben dahil bir çok basın trüpünü mensubunun “fark olur” dediği maçı siyah- beyaz kadar farklı iki devrede oynadı.

Fenerbahçe, 3-0 mağlup iken Soldado’nun pasında Dırar, 5 metreden kale yerine out’a vurdu.

Bunun dışında Fenerbahçe’nin ilk yarıda poziyonu yok.

İkinci yarıya Ersun Yanal iki değişiklikle başladı.
Walbuena’nın oyuna girişi her şeyi değiştirdi.
Önce
Outa giden top için gereksiz tartışmalar
O yüzden oyunda olmayan Necip Uysal sarı kart görüyor.
O top dönüp gelip Beşiktaş kalesinde gol oluyor.3-1
İkinci gol yine Walbuena’nın ortasında Fenerbahçe’nin saatli bombası Sadık Dorukhan’ı sırtına basarak yükseldi ve kafayı vurdu. 3-2

Ve gecenin en güzel golü Hasan Ali sol ayağıyla muhteşem bir gol attı. 3-3

12 dakika’da 3 gol yiyen Şenol Güneş ilkinci yarıya değişiklik ile başlayan Ersun Yanal’a karşı hiç tedbir almadı.

Ben Şenol Güneş olsaydım.
Önce, ikinci yarıya Medel ile başlardım.
Biraz daha zorlanınca da Necip ile tutmaya çalışırdım.
Şenol Güneş 12 dakika’da yediği 3 gol ile abandone oldu ve dağıldı.
Bulduğu çare ise hiç varlık gösteremeyen Lens ile Quaresma’yı değiştirmek ve
Oyuna kurtarıcı olarak Mustafa Pektemek’i sokmak…

3-3 ten sonra Quaresma’nın ortasında Burak Yılmaz’ın kafa şutunun direkte patlaması şanssızlık.
Ama;
Beşiktaş 3-3 ten sonra maçı kazanmak için format değiştirmedi.
Aynı oyun düzeni ile sonuca gitmeye çalıştı.
Teknik direktör tercihi diyebiliriz.
Unutmayın
Ersun Yanal’ın da tercihi maçı kopardı.

Sadık Fenerbahçe’nin devre arasında aldığı yeni transferi.
Sadık, daha Fenerbahçe’nin yükünü taşıyacak olgunlukta bir futbolcu değil.
Burak’a yaptığı foulller
Kagawa’nın pasında Burak’ı kaçırması olacak şey değil.
Ama beyefendi twitter’da duş almadan konuşmaya başladı.
Biraz daha sakin ve molla olmasında fayda var.

yukarı git