. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Author

Abdurrahman Pala - page 2

Abdurrahman Pala has 58 articles published.

Virüs üzerine düşünceler

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Son günlerde  enteresan gelişmeler yaşıyoruz.

Bir taraftan virüs gemi azıya aldı. Hızla ilerliyor.

Diğer taraftan insanlarımız virüsle mücadele konusunda devletin aldığı tedbirlere duyarsızlığını sürdürüyor.

Maske, Mesafe ve Temizlik konusunda  yapılan bunca tavsiyelere rağmen sıkıntı büyük…

HES uygulamasına baktığınız zaman Kırmızı olmayan ilimiz yok neredeyse…

En çok bir günde kaybettiğimiz hasta sayısına da bu hafta ulaştık.

Yoğun bakımlarda yatan hasta sayımızın 5 bin’i aştığını bizzat bakan bey söylüyor. Bunca emek veren sağlık personeline, gece gündüz uyku nedir bilmeyen bakan ve yardımcılarına rağmen, İçişleri Bakanlığı’nın işi gücü bırakıp insanımızı hizaya çekmeye çalıştığı günlerde  biraz duyarlılık biraz dikkat…

Lütfen…

Hastalık hızla yayılırken en çok konuşulan mesele aşı.

Pfizer’in ürettiğiniz söylediği ve satmaya sipariş almaya başladığı aşı

Bion Tech aşısı

Bu aşı da iki Türk doktorun imzası var.

Gurur duyuyoruz.

Ama

Aşının başarılı olduğunun açıklanmasından sonra hisselerin hızla yükselmesi ve Pfizer’in CEO’su Albert Bourla’nın elindeki hisselerinin yüzde 60’ını anında satması size de bişey anlatmıyor mu?

Aynı Bourla, açıkoturumda kendisine sorulan bir soruda

“Aşı yapıldıktan sonra kişinin hasta olmayacağını garanti edemeyiz. Bunu test etmedik.” diyor.

Kurucusu olduğu Microsoft’da tek hissesi olmayan,ama hala nedense kurucu ortak diye bildiğimiz  ve Yönetim Kurulu Başkanı Bill Gates’in  2014 yılından beri küreselcilerin dünya nüfusunu azaltma konusunda yaptıkları çalışmaları revize ve organize ettiğini bilmeyen var mı?

2019 yılında kurduğu bir şirketinin adının başharfleri  COVID olan ve o yüzden COVID-19 diye bildiğimiz bu virüsün çıkışından itibaren aşı çalışmalarının başaktörü Bill Gates “Salgına karşı geliştirilen aşı ve tedavi yöntemleri sayesinde  ABD’nin 2021 baharında normale  dönebileceğini” söylüyor.

Bu arada;

İlk defa virüsle tanışan ve oradan dünyaya yayıldığı söylenen virüs bu günlerde neden dünyayı kasıp kavururken, Çin de bişey yok.?

Virüs orada neden bıçak gibi kesildi yok oluverdi?

Neden ilk aşıyı bulan ve dünya’ya duyuran Çin aşısından bahis yok?

Rus aşısından neden kimse sözetmiyor?

Bütün bu soruları birleştirince ben, bu virüsün laboratuvar üretimi olduğuna inanıyorum.

Küreselciler bu sayede dünya’nın değerli ne madeni varsa ele geçirdiler. İnsanlığa korku ve kaos salgılayarak “Korku imparatorluğu” oluşturdular.

Üniter devletlere yeni bir harcama kalemi oluşturdular.

Şimdi de aşı dolayısıyle yine dünyanın iliği kemiğini sömürecekler.

Bakın;

Bu virüs dolayısıyle Küresel güçler bir çok kazanım elde ettiler.

IMF’yi de devreye sokarak devletlerin ne varlığı varsa elinden aldılar.

Yolunda gitmeyen tek şey nüfustaki ölüm sayılarıydı.

Onlar 65 yaş üstü insanlardan başlayarak önce nüfusu kıracaklar, sigorta şirketlerine nefes aldıracaklar. Ticaretlerini kaos üzerinden yapacaklardı.

Bu olmadı.

Olur mu, onların dediği gibi dünya nüfusu 2045 yılına kadar  550 milyona düşer mi?

Bunu yaşayanlar görecek.

 

 

Aigai ilgi bekliyor

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Manisa ili sınırlarında yer alan Aigai, antik dönemde Aspordene, günümüzde Yunt Dağı olarak isimlendirilen dağ silsilesindeki Gün Dağı üzerinde kurulmuştur. Yunt Dağı idari açıdan Manisa ve İzmir il sınırları içinde yer almaktadır.

Eskiçağda Lydia bölgesinin Aiolis ve Mysia bölgeleri ile olan sınırını Yunt Dağı oluşturmaktaydı. Yunt Dağı üzerinde kurulmuş olan en önemli antik merkez Aigai antik kentidir. Günümüze kadar elde edilen arkeolojik veriler ve sınır taşları, özellikle Hellenistik Dönemde, Yunt Dağı’nın önemli bir bölümünün Aigai kontrolünde olduğunu göstermektedir. W.M. Ramsay 1890 yılında yayınladığı kitabında, Aigai sınırlarının oldukça geniş olduğundan söz etmektedir.

 Yunt Dağı’nın önemli bir bölümünün de içinde yer aldığı Aiolis bölgesi Batı Anadolu kıyılarında, kabaca Gediz (Hermos) vadisi ile Bakırçay (Kaystros) arasında kalan bölgeyi ve Midilli (Lesbos) adasını içine alır. Aiolis bölgesinde yaşayan ve Hellencenin farklı bir lehçesini konuşan Aioller bölgeye, Yunanistan’ın kuzeyinden gelip yerleşmişlerdir. Boiotia ve Thesselia bölgelerinden gelip Anadolu’ya yerleşen bu göçmenler, geleneğe göre Batı Anadolu kıyılarına MÖ 11. yüzyılın ikinci yarısında gelmişlerdir

Bu açıklamalar Aigai Antik Kenti kazılarını sürdürmekte olan  Aigai Antik Kenti Tarihçesi || Aigai Kazısı Resmi Web Sitesi’nde yer alıyor.

Mekanı Araştırmacı – Yazar Naci Yengin ve Saruhanlı eski Milli Eğitim Müdürü Mehmet Işık ile gezdik.

Aldığım bilgiler ve bende oluşan kanaate göre Aigai kentinin sakinleri yurtlarını terketmek zorunda kalmış bir kavim. Özellikle Midilli adası ve Yunanistanı terketmek ve Anadoluya göçetmek zorunda kalmış bir topluluk… Zaten Ege bölgesinde  “Denizden gelme” bir çok aile olduğu biliniyor.

Kenti Yund Dağının üstüne kurmaları da işgal ve saldırılardan biraz da olsa kurtulmak adına bunu yapmış olabilirler diye beni düşündürdü.

Tarihçi- Yazar Mustafa Uçar Lidyalıların  Persler tarafından yokedilmesinin altında “Lidyalıların  gelişim için yaptıkları ulaşım yollarının felaketlerine sebeb olduğunu” söyler.

Birbirinden etkilenmiş Lidyalılara göre; Aigai kenti sakinlerinin dağlık alanda olmasının katkısı onları Pers saldırılarından korumuş olabilir. Deniz kenarı yerine dağlık bölgeye yerleşmelerinin bir sebebi de sahili gözetleyebiliyor olması ihtimaller arasında…

Bölgeyi gezince bende oluşan kanaatleri sıralayayım

  • Aigai’ler çağlarına göre çok gelişmiş bir millet. İşledikleri taşlar her biri bir sanat eseri.
  • 150 kişilik bir meclise sahipler. Bu bir anlamda demokrasininin ilk filizlerinin görüldüğünü söyleyebiliriz. Her ne kadar krala danışmanlık yapacak bir meclis kurmuş olsalar da çok sesliği başlatmışlar.
  • Çalışkanmışlar. Pazar yerinden şehrin her tarafına çok özel binalar yapmışlar. Agora, Tiyatro binası, Meclis binası gerçekten taş işlemeciliği adına enteresan örnekler
  • Kentliler şehri dağın üstüne kurmak ve çevresini kale duvarlarıyla çevirmekle güvenlik sorununu çözmüşler. Yerleştikleri yer kolay kolay saldırı düzenlenebilecek bir coğrafya değil.
  • Lidyalılar ve diğer göçebe kavimler gibi barışçıl yaşamışlar. Bir süre hristiyanlığın etkisine de girmişler. Ne varki yerleri ve yurtlarını terketmeleri saldırı sonucu değil büyük bir depremle olmuş

Yapılması gerekenler

*Öncelikle Manisa şehir merkeinden itibaren tabelalara giren Aigai Antik kentinin yolunun bir an önce yapılması gerekir.

*Kentin rahatça gezilebilmesi için  belki bazı bölgeleri es geçerek bir gezi güzergahı oluşturulmalı.

*Daha çok bilgi veren tabela ve benzeri elementlerden istifade edilmeli.

* Yapılacak bir kısa film ile Aigai Antik Kenti tanıtılmalı ve  gelenler önce bu bilgilendirme ile karşılanmalı.

*Kazı bölgeleri halkın gezi güzergahının dışına çıkarılmalı.

 

Manisa için çok değerli olduğuna inandığım bölgeye bir süre önce yeni vali ziyaret etmiş. Etkisi çok olmamış ki yollarda yapılan asfaltlar bile üstünkörü…

Son sözüm şu;

Böyle bir antik kente sahip olan Manisa burayı daha ziyaret edilebilir hale getirmeli. Bu şehir Efes’ten geri kalır bir tarihi eser değil.

 

 

Sağcı- Solcu değil vatansever olmak

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Marksist-Leninist düşünce dediğimiz akımın (her ne kadar günümüzde bunu ifşa etmekten ve “ben marksistim” demekten utanıyorlarsa da) iki silahı vardır.

Yalan ve İstismar

Bu kafa, bu iki elementi kullanmaktan başka yetenek sahibi değildir.

1917 de Bolşevik ihtilali’ni yapan Lenin,

-Rus halkı Çar terörizminden kurtulacak, topraklar zenginlerden alınıp, topraksız onu işleyecek köylülere verilecek

Diyerek iktidara geldi.

Devrimden sonra eşi benzeri görülmemiş bir polis devleti kurulmuş,ve  halk eşinden bile şüphe edecek kadar endişeye düşürülmüş ve topraklar zenginlerden alınmış ama köylüye verilmemiştir.

Meşhur antikomünist yazar Fred Schwarz

-Hür dünya’da ve sosyalist devletlerde çok şöhretli komünistler tanıdım. Fakat doğru söyleyen bir komünist ve sosyaliste rastlamadım.”

demiştir.

1945 Çin Komünist Partisinin 7. Kongresinde MAO,

-Partimiz iktidara geldiğinde başta komşularımız olmak üzere herkese dostluk elimizi uzatacak, ancak içişlerine karışmayacağız” demişti.

MAO iktidara geldiğinde tam aksini yaptı.

Kore’de kardeşi kardeşe vurdurdu. Vietnam ve Kamboçya savaşlarını teşvik etmiş, perde arkasında organizatör olmuş, Filipinler ve Malezya’da yıllarca süren karışıklıkların da mimarı olmuştur.

Fidel Castro da BM toplantısında konuşurken

-Ben komünist değil sosyalistim”

demiş, ancak 6 ay sonra

-Küba’nın siyasi ve iktisadi her çeşit teması bundan sonra  ABD ile değil, SSCB ile olacaktır” diyerek çarketmiştir. Anlaşılan sosyalistlik onda 6 ay barınabilmiştir.

Yani;

Kendini sosyalist- Komünist- emek ve emekçiden yana diye tanımlayan bu arkadaşların hepsinin yalan ve istismar en büyük sermayesidir.

Türkiye’de solcuyum diye geçinen kişiler özellikle şöyle bir profil arzederler

*Türk solcularının çoğu Karl Marx’ı Rus zannederler. Değildir, Almandır.

 

*Marx hayatında hiç çalışmamıştır. Zengin burjuva karısının parasını yemiş onunla geçinmiştir. Türk solcularının zengin çocuğu olması belki bundandır.

 

*Karl Marx bütün sülale haham yetiştirmiş Yahudi bir ailenin çocuğu.

 

*Türkiye’de solcular işçi sınıfından, Marx, Lenin, Stalin’den bahsedip dururlar ama bu adamların yazdıklarını okumazlar.

 

*Dünyada fakirler, Türkiye’de ise zengin çocukları solcu oluyor.

Bu da bir başka garabet…

Şimdi;

Esas söylemek istediğim şu:

Bu vatan hepimizin.

İçinde yaşayan hayvanlar, hayvan-ı natıklar ve bütün dünya  kendi vatanını korumak kollamak zorundadır.

“Vatanı sevmek imandandır” diyen Peygamberin ümmeti vatanını korumak yerine dış güçlere karşı tek yürek olamıyorsa onun sağcı, solcu, sosyalist, komünist veya adı neyse  ondan olmasının hiçbir anlamı yoktur.

CHP’nin HDP ile 8 ay önce yaptıkları anayasa taslağını önce kabul etmek, sonra da yalanlamak bizim solcularımıza yakışan bir hareket ama, bu tavır hiçbir kalıba sığmıyor.

Yıllarını Hariciye vekaletinde geçirmiş bir kişinin bugün CHP Genel Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’nin altını oyabilmek için Biden’den medet umması zilletlerin en büyüğüdür.

Sultan 2. Abdülhamid Han kendisini Hal’a gelenlere

-Hepiniz bu vatanın evladısınız. Ben değilse siz de bu ülkeyi idare edebilirsiniz. Ama aranızda Türk düşmanı Karasso’nun ne işi var?

demiştir.

Emanuel Karasso orada kandırılmışların içinde olarak onları yakından yönetiyordu. Bizimkiler gözlerini dikmişler düşmanlarımızdan emir ve destek bekliyor.

Alın size bir başka garabet daha…

Rabbim vatanımızı ve vatanseverleri korusun.

Bazı meseleler ve diyeceklerim

Yazılar içinde tarafından yazıldı

*Mali’den Fransa’ya kaçırılmaya çalışılan saf altın kolilerine el konuldu. Böylece Fransa’nın Mali’deki altın ve diğer değerli madenleri gümrüksüz kaçırdığı belgelendi.

Yıllardır Afrika’nın tüm değerli madenlerini avutma nedenleriyle insanların cahilliklerinden istifade ederek, inançlarını kötüye kullanarak yıllarca sömürdünüz. Şimdi eskiden elinizi kolunuzu sallaya sallaya yaptığınız işleri yapamayacaksınız. Artık Türk’ün devri başladı.

                            ***                                   ***                                    ***

*Almanya Dışişleri Bakanı  Maas “Eğer Türkiye AB’nin  Ankara’ya yönelik yaptırımlarını tartışmasını istemiyorsa Doğu Akdeniz’dekli provokasyonlarını durdurmalı. Aralık ayında alınacak karar Türkiye’nin atacağı adımlara bağlı dedi.

Birleşmiş Milletler de resmen kayıt altına aldığımız Mavi Vatan/Kıta sahanlığı egemenlik haklarımızı kullanmayalım. Sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerimizi durduralım. Haklarımızdan vazgeçelim. İstiyorlar. Dünkü Türkiye’yi arıyorlar ve eski alışkanlıkları depreşiyor. Artık o tavırlarınızla sadece komik oluyorsunuz.  Sömürü düzeninizi Doğu Akdeniz’de de sürdüremeyeceksiniz. Aslında kafanıza koyun. Türk’ün olduğu hiçbir yerde eski dünya’ya dönemeyeceksiniz.

                            ***                                    ***                                    ***

*Almanya’da federal Meclis Ülkücü derneklerin yasaklanması talebiyle verilen önergeyi kabul etti.

Bozkurt işareti 500 milyonluk Büyük Türk ailesinin ortak simgesidir. Türkler, Batı Trakya’dan Sibirya’ya Doğu Türkistan’dan Tebriz’e Altaylar’dan Kerkük’e kadar BOZKURT işareti ile birbirlerini tanırlar. Dünyanın hiçbir ülkesi Bozkurt’u yasaklama cüretini gösteremez. Bunun faturasını mutlaka öderler

                            ***                      ***                      ***

*Küresel borçlar pandemi döneminde yüzde 15 artarak 272 trilyona ulaştı.

Dünyanın gayri safi milli hasılaları toplandığında bu kadar değer bulunamıyor. Dünya’nın gayri safi milli hasılası  59 trilyon daha eksilerde …Yani Küresel güçlere ürettiğimizden daha fazla borçlu görünüyoruz. Onlar da “paranın sahibi bizi biz ne dersek o olur” diyorlar. Herkesin bir hesabı var. Allahın da bir hesabı var. Kimse onu unutmasın.

 

Arşiv milletlerin hafızasıdır

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Her millet tarihî bir mirasın sahibidir. Bu tarihî mirasın çok önemli bir bölümünü arşivler, kütüphaneler ve eski eserler gibi kültür varlıkları teşkil eder. Millet olabilme ve kalabilmede bu tür kültür varlıklarının büyük yeri ve önemi vardır.

Türkiye, arşiv malzemesi bakımından çok büyük zenginliğe sahiptir. Osmanlı Devleti’nden devralınan büyük miras, bugün Türkiye’yi dünyanın en zengin arşiv potansiyeline sahip sayılı ülkelerden birisi durumuna getirmiştir.

Osmanlı’nın hükümran olduğu topraklar üzerinde, başta Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere, hâlen kırka yakın bağımsız ülke yer almaktadır. Bu ülkelerin Osmanlı dönemlerindeki tarihlerinin en zengin kaynağı Osmanlı Arşivleri’dir.

Divan-ı Hümâyûn, Bâb-ı Âsafî, Defterhâne-i Âmire, Bâb-ı Defterî, Bâb-ı Âlî, Yıldız Sarayı defterleri ile nezâretler, vilâyet ve müfettişlikler (taşra arşivleri), Meclis-i Vâlâ ve Meclis-i Âlî-i Tanzimat gibi büyük dairelere ait “defterler” ve diğer “defter serileri” Salnameler’den Şeriyye sicil defterleri’ne, halktan alınan aşar ve diğer vergilerin bile Osmanlı’da bir kaydı bulunmaktaydı.

Osmanlı’dan bize tevarüs eden Osmanlı arşivleri teker teker incelendi, dijitale aktarıldı. Güzel şeyler yapıldı. Yapılıyor.

Ama

Hala Osmanlı’dan bize tevarüs eden varlığın tamamına hakim değiliz. Hepsinin teferruatına sahip değiliz.

Yıllarca tozlu raflarda ve rütubetli mahzenlerde saklanan Osmanlı vesikaları şimdilerde teker teker tasnif ediliyor Elhamdülüllah.

O belgelerin incelenmesı tamamlandığında Osmanlı’nın yaşama biçimi, devlet millet ilişkileri, aile ve toplum içindeki reel davranış biçimleri de ortaya çıkacak, Ecdadımız hakkında daha fazla şey öğrenmiş olacağız.

Belli başlı kütüphaneler dışında bir çok yazma eser de kişilerin ellerinde var. Bunların kişilerden alınıp değerlendirilmesi, rafta durmak yerine işlevselleştirilmesi iyi olur diye düşünüyorum.

Kanayan yaramızın bir tarafı da Yazma eserler maalesef yeteri kadar korunamadı.

Milli şef devrinde boşaltılan bir kütüphane bir arabacıya “Bunları al götür. İstersen Haliç’e at” diye  verilen eserler içerisinde İbn-i Sina’nın Ellugat’ı Fıttıp eseri de bulunmaktaymış Arabacının atmak üzere götürmekte olduğu yazma eserleri Bulgaristan büyükelçisi tesadüfen görmüş. Ve hepsini bir miktar da para vererek arabacıdan satın almış. Daha sonra  Milli şefin vagonlar dolusu okkası 3 kuruşa öldü fiyatına sattığı Osmanlı arşiv belgeleri de birleşince,  bugün en büyük Osmanlı arşivinin Bulgaristan’da olmasını mümkün kılmıştır.

Filvaki olayın bitişinden sonra Türk Hükümeti bu evrakların imha edilmemesini ve geri iadesini istemiş ama büyük miktarı geri alınamamıştır. Bulgaristan göstermelik işe yaramaz bazı evrakları iade ederek durumu idare etmiştir.

Bulgaristan’da olan  Osmanlı Arşiv Belgeleri gerçek varisi Türkiye’de olmalıdır.

Bu hadise bile arşivimize sahip çıkma konusunda ne kadar vefasız ve pervasız olduğumuzun ispatıdır.

Bir yolunu bulup Bulgaristan’a ne verilecekse bu belgelerin geri alınması sağlanmalıdır.

İbn-i Sina’nın eserinin bir fotokopisini bile Bulgaristan bizlere vermeyi kabul etmedi.

Bu da meselenin bir başka tarafı…

Aigai ilgi bekliyor

Yazılar içinde tarafından yazıldı

 

Manisa ili sınırlarında yer alan Aigai, antik dönemde Aspordene, günümüzde Yunt Dağı olarak isimlendirilen dağ silsilesindeki Gün Dağı üzerinde kurulmuştur. Yunt Dağı idari açıdan Manisa ve İzmir il sınırları içinde yer almaktadır.

Eskiçağda Lydia bölgesinin Aiolis ve Mysia bölgeleri ile olan sınırını Yunt Dağı oluşturmaktaydı. Yunt Dağı üzerinde kurulmuş olan en önemli antik merkez Aigai antik kentidir. Günümüze kadar elde edilen arkeolojik veriler ve sınır taşları, özellikle Hellenistik Dönemde, Yunt Dağı’nın önemli bir bölümünün Aigai kontrolünde olduğunu göstermektedir. W.M. Ramsay 1890 yılında yayınladığı kitabında, Aigai sınırlarının oldukça geniş olduğundan söz etmektedir.

 Yunt Dağı’nın önemli bir bölümünün de içinde yer aldığı Aiolis bölgesi Batı Anadolu kıyılarında, kabaca Gediz (Hermos) vadisi ile Bakırçay (Kaystros) arasında kalan bölgeyi ve Midilli (Lesbos) adasını içine alır. Aiolis bölgesinde yaşayan ve Hellencenin farklı bir lehçesini konuşan Aioller bölgeye, Yunanistan’ın kuzeyinden gelip yerleşmişlerdir. Boiotia ve Thesselia bölgelerinden gelip Anadolu’ya yerleşen bu göçmenler, geleneğe göre Batı Anadolu kıyılarına MÖ 11. yüzyılın ikinci yarısında gelmişlerdir

Bu açıklamalar Aigai Antik Kenti kazılarını sürdürmekte olan  Aigai Antik Kenti Tarihçesi || Aigai Kazısı Resmi Web Sitesi’nde yer alıyor.

Mekanı Araştırmacı – Yazar Naci Yengin ve Saruhanlı eski Milli Eğitim Müdürü Mehmet Işık ile gezdik.

Aldığım bilgiler ve bende oluşan kanaate göre Aigai kentinin sakinleri yurtlarını terketmek zorunda kalmış bir kavim. Özellikle Midilli adası ve Yunanistanı terketmek ve Anadoluya göçetmek zorunda kalmış bir topluluk… Zaten Ege bölgesinde  “Denizden gelme” bir çok aile olduğu biliniyor.

Kenti Yund Dağının üstüne kurmaları da işgal ve saldırılardan biraz da olsa kurtulmak adına bunu yapmış olabilirler diye beni düşündürdü.

Tarihçi- Yazar Mustafa Uçar Lidyalıların  Persler tarafından yokedilmesinin altında “Lidyalıların  gelişim için yaptıkları ulaşım yollarının felaketlerine sebeb olduğunu” söyler.

Birbirinden etkilenmiş Lidyalılara göre; Aigai kenti sakinlerinin dağlık alanda olmasının katkısı onları Pers saldırılarından korumuş olabilir. Deniz kenarı yerine dağlık bölgeye yerleşmelerinin bir sebebi de sahili gözetleyebiliyor olması ihtimaller arasında…

Bölgeyi gezince bende oluşan kanaatleri sıralayayım

  • Aigai’ler çağlarına göre çok gelişmiş bir millet. İşledikleri taşlar her biri bir sanat eseri.
  • 150 kişilik bir meclise sahipler. Bu bir anlamda demokrasininin ilk filizlerinin görüldüğünü söyleyebiliriz. Her ne kadar krala danışmanlık yapacak bir meclis kurmuş olsalar da çok sesliği başlatmışlar.
  • Çalışkanmışlar. Pazar yerinden şehrin her tarafına çok özel binalar yapmışlar. Agora, Tiyatro binası, Meclis binası gerçekten taş işlemeciliği adına enteresan örnekler
  • Kentliler şehri dağın üstüne kurmak ve çevresini kale duvarlarıyla çevirmekle güvenlik sorununu çözmüşler. Yerleştikleri yer kolay kolay saldırı düzenlenebilecek bir coğrafya değil.
  • Lidyalılar ve diğer göçebe kavimler gibi barışçıl yaşamışlar. Bir süre hristiyanlığın etkisine de girmişler. Ne varki yerleri ve yurtlarını terketmeleri saldırı sonucu değil büyük bir depremle olmuş

Yapılması gerekenler

*Öncelikle Manisa şehir merkeinden itibaren tabelalara giren Aigai Antik kentinin yolunun bir an önce yapılması gerekir.

*Kentin rahatça gezilebilmesi için  belki bazı bölgeleri es geçerek bir gezi güzergahı oluşturulmalı.

*Daha çok bilgi veren tabela ve benzeri elementlerden istifade edilmeli.

* Yapılacak bir kısa film ile Aigai Antik Kenti tanıtılmalı ve  gelenler önce bu bilgilendirme ile karşılanmalı.

*Kazı bölgeleri halkın gezi güzergahının dışına çıkarılmalı.

 

Manisa için çok değerli olduğuna inandığım bölgeye bir süre önce yeni vali ziyaret etmiş. Etkisi çok olmamış ki yollarda yapılan asfaltlar bile üstünkörü…

Son sözüm şu;

Böyle bir antik kente sahip olan Manisa burayı daha ziyaret edilebilir hale getirmeli. Bu şehir Efes’ten geri kalır bir tarihi eser değil.

 

 

Biden kazandı zor günler kapıda

Yazılar içinde tarafından yazıldı

ABD’de 3 Kasım’da yapılan 59’uncu başkanlık seçimlerini Demokrat aday Joe Biden  kazandı. Amerikan CNN kanalı ve AP ajansı verilerine göre Biden, rakibi ve mevcut başkan Donald Trump’ı Pensilvanya eyaletinde yenerek ipi göğüsledi. Mahkemeye gitmesi beklenen sonuçlarla ilgili şimdiden 273 delegeye ulaşan Biden  artık

 

ABD’nin 46. Başkanı…

 

Çok enteresan

Türkiye’den Biden’ı ilk kutlayan kişi de ana muhalefet CHP’nin  lideri Kemal Kılıçdaroğlu.

Seçimle yenemediği Recep Tayyip Erdoğan’ı Biden’ın desteği ve gücü ve kurulacak kumpaslarla yeneceğine inandırılmışsa yazık.

 

Biden ABD’nin çok eskilerinde kolları olan bir eleman.

 

12 Eylül döneminde Türkiye’ye gelen ve iktidar ve muhalefet liderleri Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel ile de sıkı görüşmeler yapan Biden şimdi 77 yaşında.  Barak Obama’nın yardımcılığını da yapan  ve her kriz anında Türkiye’ye gönderilen Biden

Biden’ın da geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan ve 8 ay önce yapılmış bir konuşma olduğu deklare edilen “Türkiye’de muhalefeti örgütleyerek Erdoğan’ı indirmek istiyoruz” diyebilen pervasız bir Türkiye ve Erdoğan düşmanı.

Biden artık yaşlı.

Dolayısıyle ülkeyi yardımcısı Kamala Harris yönetecek. 

Kamala Harris ise tescilli Türk düşmanı.

Meclise sunduğu soykırım tasarısı Trump’dan dönmüştü.

Her ne kadar Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu “İlişkilerimiz değişmez. Devlet ilişkileri sabahtan akşama değişmez” de se de  Türkiye ve Erdoğan kabinesi müteyakkız olmak zorunda.

Barak Obama zamanında Türkiye’ye karşı kurulan kumpasların bir kat fazlası Kamala Harris’in yönettiği sistem tarafından Türkiye’ye karşı kurulmaya çalışacaktır.

Seçimden önce  “Trump’mı Biden mi?” diye fikrimi soranlara “Trump kazansın isterim” demiştim.

Çünkü

Trump ile bir çok meseleyi görüşmüş, bazılarını çözmüş bazıları hakkında da belli bir noktada müzakere ediyor idik.

En azından Trump Türkiye’ye “sömürge ülke” muamelesi yapmaktan vazgeçmişti.

Şimdi;

Biden ve Kamala Harris ile mücadeleye yeniden başlayacak gibi görünüyoruz. Çünkü bu şahsiyetler ABD’nin Türkiye’ye eski bakışını temsil ediyorlar.

Türkiye’yi yine zor günler beklemektedir.

Gerilim yükselirken önemli notlar

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Herkes Süleymani’nin öldürülüşünde iplerin gerildiğini kabul ediyor.
Kudüs TV Genel yayın yönetmeni canlı yayında Süleymani’nin 15 Temmuz gecesi Türkiye’nin yanında yer aldığını söylüyor.

Ben ise Süleymani’nin Amerikalı konutanlarla son derece samimi fotoğraflarını hatırlıyorum.

PKK’nın İran kanadı PEJAK’ın lideri ile kameraların karşısında poz verirken hatırlıyorum.

Kendinize şunu sorun.

“PKK NEDEN İRAN’A SALDIRMIYOR?”

Bunu bir yere kaydedin

Süleymani Kudüs Tugayları Komutanı idi.
Hiç İsrail’e saldırdığına şahit olmadık.
Hep Irak topraklarında görülüyor.
Zaten Irak topraklarında da füzeyle vuruldu
Karşılık vereceğini beyan eden İran, “ABD üslerine saldırdığını ve 80 ölü olduğunu” söyledi.
Trump ise “Hiçbir Amerikalı ve Iraklı ölmedi “deyiverdi.
Şimdi soru şu;
İran saldırdı vuramadı mı?
ABD üsleri iyi korunduğu veya boşaltıldığı için mi can kaybı olmadı.
Yoksa
Taraflar kamuoyu nezdinde tansiyonu azaltmak için göstermelik bişey bi oyun mu oynadılar?
Çünkü;
ABD’de Başkan Trump’ın Başkanlıktan azil süreci devam ediyor.
Bir de seçim var.

İki tarafın da halkına karşı başarı diye gösterilebilecek eylemlere ihtiyacı var.

Ben Amerika’nın üslere saldırılmasını da cezalandırdığını düşünüyorum
Sebebi şu;
Saldırının olduğu saatlerde İran’da deprem oluyor. Rihter ölçeğine göre 5.3 bu depremin ABD’nin WARP imkanlarını kullanarak yaptığına inanıyorum.
Ardından bir saat sonra Ukrayna uçağı kalkıştan hemen sonra düştü.
Ukrayna Havayollarına ait uçağın Tahran’daki İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı’ndaki kalkışından kısa bir süre sonra düşmesinin ardından detaylar çok dikkat çekici…
Tahran İmam Humeyni Havalimanı Sözcüsü Ali Kaşani uçakta toplam 176 kişi olduğunu ifade etti.
Uçağın düşerken alev aldığı görüntülendi.
Ukrayna Dışişleri Bakanı uçakta bulunan yolcuların uyruklarını açıkladı. 82 İranlı, 63 Kanadalı, 11 Ukraynalı, 10 İsveçli…
Buda ilginç.
Hep söylüyorum
1970 yılındaki rehine olayından sonra ABD Reaagan’ın yaptığı anlaşma ile İran ve ABD birbirlerine hiç saldırmadılar.
Göstermelik saldırılar hedef saptırmak içindi.
Ortadoğu’da gerilim bu kadar yükselmişken, bir de bu noktadan meseleye bakın.
Son sözüm şu;
Süleymani görevini tamamladığı için öldürülmüş olmasın

Libya Tezkeresi

Yazılar içinde tarafından yazıldı

2 Ocak Perşembe günü TBMM olağanüstü toplanacak ve Libya’ya asker gönderilmesi tezkeresini oylayacak.
İçimizdeki hainlerden başka Mısır ve BEA’den çatlak sesler çıkıyor.
Akdenizi kaybetme pahasına ana muhalefet partisi bile maval okumaya devam ediyor.
Çok aradım ama bulamadım
1971 senesinde BEA şeyhi Zayed Bin Nahayan ( çok iyi bir adamdı. 80. doğum gününe Türkiye’den gazeteciler davet etti. Bendeniz de o zaman kendisini tanıma şansı buldum. Bir hafta boyunca bizimle yaşadı. Mütevazi bir insandı) ogulları hastalanıyor.
Kaddafi o zaman yeni yeni araplara liderliğini kabul ettirme aşamasında
Nahayan Kaddafi’ye müracaat edince Libya Havayollarının uçağıyla onları BAE’den alıp Trablusgarp’a götürüyor. Tedavi ediyor ve tekrar ülkelerine geri gönderiyor.
Bu haberi Tercüman gazetesinde ustadım Kenan Akın resimli olarak manşetten verdi.
Resimler gün gibi aklımda
Ama
Google amca da maalesef yok.
Olayı size anlatmış oldum
Baba Zayed Nahayan başı sıkışınca Kaddafi’ye miracaat ederken şeyhin çocukları nedense ABD’de eğitime gönderiliyor.
Biz 1999 senesinde Abu Dabi’ye davet edildiğimizde çocukların büyüğü İnformasyon bakanı diğeri Kültür Bakanı idi
Kendisiyle yapılmış röportajım da var.
Şeyh Zayed Bin Nahayan Türkiye hayranı biriydi. Tatilini burada geçiririrdi. Darıca’ da da kimsesiz çocuklar için Yurt yaptırmıştı.
Ölümünden sonra ABD büyük abiyi hedef seçmiş ki küçük Ahmet FAS’ın yakınlarında uçağıyla bir göle düştü ve öldü.
İşte ondan sonra 7 prenslikten oluşan BEA’nin başına geçen Nahayan Türk düşmanlığını seslendirmeye başladı.
Önce Yemen’de karşımıza çıktı. Sonra Suriye meselesinde bile ABD sesiyle konuştu.
Şimdi de Libya’da isyancı general Hafter’e destek veriyor.
Türk askeri oraya ayak basar olaya el koyarsa emperyalizmin Libya ekseninde kurduğu Uluslar arası oyun akamete uğrayacak.
Tabii beyimiz de üzülecek.
Tıpkı bizim içimizdeki hainler gibi…
Bu hükümetin dış politikada yaptıklarına şapka çıkarmayacak vatan evladı olduğuna inanmıyorum.
Suriye’de Akdeniz’de ve son olarak Libya ile yapılan anlaşmalarla emperyal güçlerin hayallerini yerle bir etti.
İnşallah tezkere geçecek. Türk’ün askeri 100 yıl sonra o topraklara ayak basacak ve oyunları bozacak.
Rabbimden niyaz ediyorum
Askerimizin polisimizin güvenlik güçlerimizin ayağına taş değmesin.

Türkiyenin gururu ve onuru

Yazılar içinde tarafından yazıldı

27 Aralık günü Bilişim Vadisinde Cumhurbaşkanının katılımıyla tören vardı.
Hem Bilişim Vadisi’nin açılışı yapılacak, hem de 2018’de aranan babayiğitlerle kurulan konsorsiyumun ürettiği tamamen elektrikli Türk Malı otomobilin ilk defa günyüzüne çıkarılmasına şahit olacaktık.
Herşey muhteşemdi.
Bilgilendirme, nazik noktalardaki ayrıntı ve muhteşem eser.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim
Proje ile hedeflerle ilgili gerçekçi planlamalar yapılmış ve Türkiye’nin gurur duyacağı bir prototipi ortaya çıkarılmış
Emeği geçenlerden allah razı olsun
Muhteşem bir iş çıkarmışlar.
Törende açıklandı.
Fabrika da Bursa’da olacak.
Bursa’da konuşlandırılacak fabrika da çok isabetli düşünülmüş.
Çünkü yan sanayiinin en iyi atölyeleri Bursa’da
AR-GE ile ortaya çıkarılan malzemenin tedariki konusunda zorluk çekilmeyecek demektir.
Türkiye’nin onuru ve gururu bu projeye emek veren herkesi gönülden kutluyorum.
Hiçbir vatandaşımızın burun bükmeyeceği güzellikte, bugün bir çok batılı otomobil üreticisinin opsiyonel bile koymadığı donanımlarla tamamen elektrikli ve tamamen bilgisayar kontrollü muhteşem bir araç.

TOGG kısa tanıdığımız konsorsiyum, Anadolu Grubu, BMC, Kök Grubu, Turkcell ve Zorlu Grubu’nun ülkemizde ilk kez hayata geçen bir iş birliği modeliyle oluşturuldu.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanlığını TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu yürütürken CEO’luğunu ise M. Gürcan Karakaş yürütüyor.
CEO’ya parantez açmalıyım.
Yıllarca Almanya’da Otomotiv sektöründe çalışmış, dünyayı çok iyi biliyor ve süzüyor.
Sektör nereye gidiyor, neler olabilir hepsinin farkında…
Planmalara göre onsorsiyumun kurulduğu 2018 yılından bu tarafa çok mesafe alınmış. Üretim planına göre; Elektrikli otomobilin üretimi 5 modelde, yılda 175 bin adet olacak.
Üretim tesisinde 300’ü nitelikli toplam 4 bin 323 kişi istihdam edilecek.
Türkiye’nin Otomobili Girişim Grubu Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından komple yeni yatırım olarak inşa edilecek tesisin öngörülen toplam sabit yatırım tutarı 22 milyar olacak.

Devrimle başlayan 60 yıl önceki maceramıza araca benzin koymayarak sabote eden zihniyet
Cemal Gürsel’e
-Garplı gibi araba yaptık. Şarklı gibi benzin koymayı unuttuk
tarihi sözünü söyleterek projenin emeklerin ve hayallarin rafa kaldırılmasına sebeb olmuştu.
Cumhurbaşkanı açılışta söyledi
“Devrim otomobiline engel olanlar Devrin otomobiline mani olamayacaklar.”
Ben de aynı dilekleri alkışlıyorum.
Ama unutmayalım
Bu pazar albenisiyle teknolojisiyle ayakta
TOGG’un yaptığı araçta bunların hepsi var.
Bundan sonraki korku emperyal güçlerin doğuştan elektrikli olarak pazara korku salan bu aracın başka yollarla proje olarak akamete uğratılması tehlikesidir.
Halkımız da Televizyon başında heyecana ortak oldu.
İnşallah olmayacaktır.
Bir yandan Suriye’de terörün kökünü kazımak, diğer taraftan Akdeniz’deki oldu bittilere hayır demek, Libya’da meşru hükümete karşı batılı kaynaklarca desteklenen Hafter’i etkisiz hale getirmeye çalışmak ancak Büyük devlet aklıdır.
Çok şükür bu bizde var.
Rabbim yar ve yardımcıları olsun.

yukarı git