. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Monthly archive

Mayıs 2016

Turizm çıkmazda gibi…

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Turizm’in başkenti Antalya ve civarı bu sene kan ağlıyor.

Rus turistleri bekleyen esnaf dahil kimse memnun değil.

Geçen yıl 4 milyon 382 bin olan Rus turist sayısı bu sene 3 milyonun altına düşmüş.

Rus turistin alışveriş yapıyor olması bir anlamda bavul turizmini teşvik etmesi Ruslara mal satan esnafı da tedirgin ediyor.

Turizm bölgesindeki otellerin doluluk oranları Yüzde 20’ler civarında ölçülüyor.

Yüzde 60’ın altı zarar olacağını düşününce  yüzde 20’yi değerlendirmek anlamlı olur.

Buna rağmen;

Tesisler Türk turiste kapılarını açmakta tedirgin

Türk esnaf yabancı turistlere satılan odaları aynı paraya Türk turiste kapılarını açsalar, belki doluluk oranları bi tık daha yukarı çıkacak.

7-8 oteli olan grup şirketleri bile bazı otellerini hizmete bile açmamışken, Türk turiste yönelmek en akıllı tercih diye görünüyor.

Yıl kapanırken Turizmde yüzde 30’luk bir küçülme beklentisi var.

Bu ise sektörü çok rahatsız ediyor.

Sezon bittiğinde Haziran ayının Ramazan’a denk gelmesi nedeniyle sıkıntının daha büyük olacağı konuşuluyor.

Sezon sonu bir çok tesisin batacağı, el değiştireceği, veya tasfiye edileceği söylentileri var.

Milli Eğitimden Kültür -Turizm’e atanan Nabi Hoca’nın da çare olamayacağı konuşuluyor. Son 3 yılda değişen onca bakanın çare olamadığı gibi Nabi Hoca’nın da sihirli değneği yok elbette..

Sektör Rusya ile ilişkilerin düzelmesi umudunu Dışişleri Bakanınım temaslarına bağlıyor. ‘Türkiye bir adım atsa Rus turist tekrar sahillerimize gelecek’ diyor.

Bu sene azalmayan tek turist grubu Almanlar.

Onlar planlarını değiştirmediler.

Herşey dahil mükemmel hizmetler üreten tesislerde dolu dolu tabaklarla muhteşem tatil yaşıyorlar.

Umarım sektör kendi içinde bir araya gelir ve Devletle birlikte üreteceği çözümlerle çıkış yolunu bulur.

Hayırlısı olsun

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Biz Ahmet Davutoğlu‘na teşekkür edildiği gün seçimin Binali Yıldırım olduğunu biliyorduk.

Bunu sitemizdeki bir sorun dolayısıyle  yazamadık.

Son Ak Parti Genel Kurulu öncesi nabız yoklaması yapıldığını,

Cumhurbaşkanına yakın kişilerin teşkilatlardan gelen delegeleri kuşattığını biliyoruz.

O gün için rüzgarı almış bir Ahmet Davutoğlu‘nu devirmek için uygun zaman olmadığı farkedildi.

O  günden bugüne içten içe bu iş işlendi.

Sonuç Ahmet Davutoğlû‘nun kendi getirdiği kadrolar tarafından hançerlenmesi ve genel kurul kararı almak zerafetini göstermesi ile zamanı geldi diye düşünüldü ve Binali Yıldırım ilan edildi

Ülkemiz ve milletimiz için hayırlısı olsun.

Bu saatten sonra söylenecek fazla şey yok.

Ama;

Bir kaç noktayı işaretlemek lazım.

Binali Yıldırım Cumhurbaşkanının İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri) genel müdürü idi.

2 tane  Avustralya’dan getirilen  gemilerle taşıma yapmaya başlandı.

Daha sonra Denizcilik İşletmeleri’nin iskele ve gemilerinin talan edilmesiyle  İDO semirdi.

Tabii bu zamanda Binali bey zaten Bakan olmuştu.

Kendisiyle Hac farizası için mukaddes topraklarda beraberdik.

Tavaf yaparken, otelde, şeytan taşlama alanında karşılaştığımız oldu.

Bayram günü kutlaması için  otelde bir araya geldiğimizde bu fotoğrafı çektirdik.

Fotoğrafta  o zaman Din İşleri’nden sorumlu (Diyanetin bağlı olduğu)  Devlet Bakanı olan Faruk Çelik de vardı.

Faruk Çelik şimdi yine bakan

22 Mayıs’tan sonra da bakan olacağını tahmin ediyorum.

Sokaktaki herkes Davutoğlu için  ‘Mesele nasıl oldu ?‘ deyince  ‘Saray istemedi veto yedi’ diyor.

Yine aynı kişiler ‘Sarayın istediği, rahatça gözlerine bakacağı bir kişinin seçileceğini’ söylüyor.

Halk durumu bu kadar açık ve net anlatırken, temayül yoklamaları gibi belediye başkanları, il başkanları ve diğer yetkili kişilerin Ankara’ya çağırılıp onlara göstermelik anketler yaptırıyor olmak bu imajı silmiyor.

Her defasında kendini halka dayadığını, halk ne isterse onu yapmakla mükellef olduğunu söyleyen bir şahsiyetin halkın nazarındaki görünen imajının bu olduğunu çok kişi söylemiştir.

Bir de ben söyleyeyim.

‘BENHALKA DAYANIYORUM. O NE DERSE ONU YAPIYORUM.‘ diyerek kendi plan ve projelerini uygulamaya koyup kendi istek ve yönetim biçimini dayatan, Medya’da bu tavrı destekleyecek yazar – çizer takımını koruyup kollayan, hatta onlara flash belleklerde  yazacaklarını servis ettiren Cumhurbaşkanı artık kimseyi inandıramıyor.

Bu tavrı onaylayan, halkımızdan büyük bir kesim de var olduğuna inanıyorum.

Onaylamak Cumhurbaşkanına güveni anlatıyor. Onun la yüs’el davranabileceğini değil.

İnsanların cehaletini kullanır ve bir yerlere çıkarsanız, o cehalet birgün sizin halkınızla aranızda duvar olabilir.

Bunu unutmamak lazım.

Avrupa ile olmaz

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Ankara anlaşması ile Türkiye’nin başlayan Avrupa yolculuğu 50 yıldır sonuç vermiyor.

50 yıl daha geçse sonuç vermeyecek.

Çünkü

Kafalardakiler ile eylemler farklı…

Önce Avrupa Çelik Birliği, sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu şimdi de AB, Yani Avrupa Birliği

70’li yıllarda merhum Necmettin Erbakan ‘Hrıstiyan Kulübü ağzımızla kuş tutsak bizi aralarına almazlar’ dediği AB’ye onun rahle-i tedrisinde yetişen Recep Tayyip Erdoğan  iktidara gelir gelmez AB’ye tam üyelik konusunda atılmış adımları kabullendi, adımları daha ileriye götürdü.

AB’ye tam üyelik yolunda yapabileceği her şeyi yaptı, vereceği her türlü tavizi de verdi.

Maksat red ya

Bu defa tam can alıcı noktamızdan vurdular.

AB’ye vizesiz seyahat için yapılan göçmen anlaşmasına tam maç bitecekcen kural değiştirdiler ve

‘Terörle Mücadele Kanunu’nu değiştirin Yoksa bu anlaşma  kadük olur’ dediler.

Burada en önemli mesele şu

2 milyonu aşkın Suriyeli göçmeni bağrına basan Türkiye’ye anlaşma ile verilecek olan 3 + 3 milyon avro yardım.

Bu yardımı yapabilmek için

-27 ülke ile Türkiye teker teker geri kabul anlaşması yapacak.

-Gönderilenleri geri alacak

-Deniz yoluyla kaçışa engel olacak.

Bütün bunları Türkiye’nin yapabileceğini görünce çark ettiler.

Terörle Mücadele Kanunu’nu değiştirin.

Türkiye önce Asala, sonra PKK, DHKPC ve diğerleri 35 yıldır terörle mücadele ediyor.

Başta düzenli orduyla gerilla mücadelesi yapmakta zorlandıysa da artık her türlü savaşabiliyoruz.

Başta Amerika ve Almanya olmak üzere  teröristleri destekleyerek Türkiye’nin başına çorap örmek hevesinden hiç vazgeçmediler.

ABD’nin PKK’yı terör listesine almış olmasına rağmen aynı kişilerle  ilişki kurup PKK’nın yan kuruluşlarına iş ve silah veriyor.

Ele geçirilen silahların büyük çoğunluğu Alman malı

Bu almanlar değil miydi bize parasını ödeyerek aldığımız ‘Tankları PKK’ya karşı kullanamazsın’ diyen…

Elözet

Cumhurbaşkanının AB’ye ‘Siz yolunuza biz yolumuza’ demesiyle AB çark etse de bu iş artık tavsadı.

Gelişmeyen, ihtiyar tüketen bir nüfusa sahip AB’nin Türkiye’ye vereceği bir şey yoktur.

Biz kendi içimize dönmeli, üretmeli, gelişmeli, ilkeli bir şekilde gelişmemizi sağlamalıyız.

Konulmuş Kopenhag kriterlerini biz İstanbul kriterleri diyerek halklar ve özgürlükler adına klişeleştirebilir ve uygulayabiliriz.

Aslında

% 99.9’u Müslüman bir ülkenin kriter konusunda dininin koyduğu kriterlerden daha iyisi yoktur. olamaz da…

O kriterlere dönersek felah işte o zaman bizim için mukadderdir.

Rabbime emanet olun.

ABD randevusu son damladır

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Son yazımdan sonra olumlu-olumsuz çok eleştiri aldım.

Bazı dostlar

-Davutoğlu kendisini oraya getiren iradeye başkaldırdı.

-Sarayın bilgisi dışında hareket etmeye başladı.

-Avrupa’ya gereğinden fazla yaklaştı. AB yetkilileri ‘TERÖRLE MÜCADELE KANUNU’nda değişikli istedi Başbakan da bunu gelip Reis’e söyleyince ipler koptu

gibi açıklamalar getirdiler.

Ben size sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim.

Bardağı taşıran damla aranıyorsa eğer o damla Türkiye Başbakanı olarak ABD başkanı Barak Obama’dan randevu istemesidir.

Beyaz Saray  bu talebi kabul etti ve  bu randevu’nun günü 5 Mayıs’tı.

4 Mayıs’ta görüşme ve sonuç

Randevu iptal ve Ak Parti’de seçim kararı.

Kimse burayı görmek istemiyor.

Özellikle Fehmi Koru‘nun brifing alıyor dediği yandaş yazarlar nedense bu konunun üstünü örtmeye çalışıyorlar.

Daha fazla bişey söylemeye gerek yok.

Yazılan – çizilen ekranlanda seslendirilen  her gündem bu ayrıntı göz önüne alınmadan değerlendirilemez.

Reis kendisine rağmen ABD Başlanıyla görüşmek üzere randevu talep eden ana dili gibi konuştuğu yabancı dilleriyle Obama ile yüz yüze konuşacak olmasını kabullenememiş ve kendi yol arkadaşını saf dışı bırakmıştır.

Halim selim Başbakan Ahmet Davutoğlu ise kendisine yakışanı yapmıştır.

Şimdi;

20 aylık Başbakanlığı dönemiyle ilgili olumsuz malzeme olacak belge devşirmeye başladılar.

Ahmet Davutoğlu’nu toplum gözünde ezmeye çalışacaklar.

Saraya yakınlığı ile bilinen SETA raporlar yayınlayarak 8 maddelik Davutoğlu kusurları sıralamaktadır.

Bence;

Bunu da yapmayın.

Ahmet Davutoğlu bütün vakarı ve efendiliğiyle kendisini kabuğuna çekmiş ve durumu kabullenmişken eski defterleri ortaya çıkarıp kendi yol arkadaşınızı rencide etmeyin.

20 aylık Başbakan, daha önce Dışleri Bakanı, daha önce de Danışman olarak hizmetlerini takdir ettiğiniz  bir önemli şahsiyyeti, yol arkadaşınızı kırmayınız.

Görünen o ki;

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Başkanlık ısrarı hukuken olmasa bile fiilen gerçekleşsin isteniyor.

Burada ‘İSTEMEZÜK‘ deyip karşı çıkmak yerine  ‘NE NASIL OLABİLİR’ diyerek siyasetçilerin  bu konuda çalışması siyaset üretmesi gerekir.

Bundan sonrası nasıl yönetileceğimiz de belli olmuştur.

Adı Parlementer sistem olsa da üstü kapalı Başkanlık sistemini kabullenmek zorundayız.

Yazımı iki önemli tavsiye ile bitiriyorum.

Hadis-i Kudsi de Kema Tekunun Yuvella Aleykum’   ‘Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz.’ buyuruluyor.

İkinci tavsiye Peygamberimizden

-Üç kişi bir araya geldiğinizde birisini reis seçin

Birde burada ‘ALLAHA , RESÜLÜNE VE SİZDEN OLAN AMİRLERE İTAAT EDİNİZ’ ayeti kerimesini hatırlamak lazım.

Rabbime emanet olunuz.

 

 

Ne demek yani?

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun beraber yola çıktığı MYK üyelerinin kendi bilgisi dışında, kendisine karşı bir karar almaları, imza toplamaları beraber yola çıktığı arkadaşları (Refikleri) tarafından böyle bir duruma bırakılması hazmedilecek, kaldırılabilecek, sineye çekilecek bir olay değildir.

Ahmet Davutoğlu kendisini derinden yaralayan böyle bir eyleme karşı halim selim insanların yapması gerekeni yapmış ve kendisini azletmiştir.

Kongre kararı almış ve yeniden Genel Başkan adayı olmayacağını deklare ederek kendisi için altın sayfalarla dolu 20 ayın icraatlarını tarihin raflarına iade etmiştir.

Burada Başbakana karşı bu hareketi yapan MYK üyelerinin bu eylemi yapması, zamanı oldukça manidardır.

Bence bu hareketi yapanlar, Beştepe sarayından yönetilmektedirler.

Öyle de olmuştur.

Geçişin kolay olması için de Cumhurbaşkanı istişareye gelen Davutoğlu’nu önce bekletmiştir.(Ben ce doğru değil) sonra da ‘Hayırlı Olsun’ diyerek  olayı kendisine göre ‘ŞIK‘ bir şekilde sonlandırmıştır.

ÖZAL-ANAP, DEMİREL- DYP ilişkilerini  gözlemiş Cumhurbaşkanının AK PARTİ’nin kimliğine  ulaşmasını yukarıdan gözetlemek ve gözlemek, yanlış gördüklerinde ikaz etmek yolu varken, müdahale etmeyi uygun bulmuştur.

Olanlara ‘SARAY DARBESİ’ diyenlere kızmayın

Kabul etsek de etmesek de bu darbedir.

Ve…

Bunu darbelere karşı olan bir şahsiyet yapmıştır.

AK PARTİ farklı… Başka partilere benzemez. bizi anlamaya sizin aklınız yetmez gibi teraneleri geçin

Mevcut düzende  20 aylık bir dönemde yapabileceklerini maksimum seviyede yapan bir hükümete, sizin hükümetinize yapılan  bu eylem sizin gözünüzün içine bakanları tatmin edebilir.

Beni asla…

Ne demek yani.

‘BEN YAPARSAM DOĞRUDUR.’

manatığıyla siyasi hayatınız boyunca yaptığınız hataları sayayım mı?

Bugün tek başınıza da olsa mücadele ettiğiniz FETÖ ve yandaşlarını başımıza siz bela etmediniz mi?

Ergenekon davalarında dün durduğunuz yerdemisiniz?

Bu bile tek başına bugün ‘YANILDIK’ diyen sizin ‘BEN YAPARSAM DOĞRUDUR’ tezinizin altını oymuyor mu?

Siz Ahmet Davutoğlu‘nu işaret ettiğinizde ‘ AK PARTİ İÇİNDE BAŞBAKAN OLABİLECEK EN YETERLİ ŞAHSİYET’ diye gönlümden geçirmiş ve  sizi içimden kutlamıştım.

Ama siz  kendinize YILDIRIM AKBULUT MODELİ arzuluyormuşsunuz.

Yeterli Ahmet Davutoğlu’na ancak 20 ay dayanabildiniz.

Keşke demeyi sevmem

Rabbimden dileğim bu tercihiniz size yeni bir şeyler kazandırırken, Ülkeme,  ümmeti Muhammede bişeyler kaybettirmesin.

Yapmayın… Etmeyin

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Siyasette bir saat bile uzundur.

Bazen bir gecede hükümetler kurulur yine bir gecede yeni oluşumlar hayata geçirilir.

2002 seçimlerini ardından Türkiye’nin istikrarı, kazanımları ve geçtiği badireleri unutmamalı ve unutturmamalıyız.

Kapalı kapılar ardında kurulan tezgahlara, yapılan darbe teşebbüslerine, hatta dijital darbelere rağmen Türkiye yoluna girmiş safralarından kurtuluyor, güzel günlerin ışığını gösteriyorken…

Yapmayın … Etmeyin…

FETO Terör Örgütü’ne  karşı belli bir mesafe alınmışken…

Yapmayın

Avrupa bile Türkiye’nin gelişmesine gıpta ve kıskançlıkla yaptığı bir dönemde

Etmeyin

İstikrarı bozmayın.

Türkiye 10 yıl önceki Türkiye değil

Bu kazanımları bir hırs ve ego uğruna heba etmeyin.

Ne oldu da bu kadar telaşlandın? diye sorabilirsiniz.

Telaşlandım

Türkiye ve geleceğimiz için endişelendim.

Bugün (4 Mayıs Çarşamba)

Cumhurbaşkanı ‘Devlet Günü’ denilen Perşembe günlerinde  Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile rutin toplantılarını yapardı.

Bu gelenek sadece yurtdışı seyahat veya başka mücbir sebeplerden dolayı değişkenlik gösterirken bu defa akşam saatlerinde  beklenmedik toplantı yapıldı.

Her ne kadar toplantıdan sonra  ‘Rutin Haftalık Görüşme’ açıklaması yapıldıysa da  kulisler ve özellikle  Abdülkadir Selvi kaynaklı Aydın Doğan medyası ‘Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki toplantının uzun zamandır beklenen fikir ayrılığının ortaya çıktığı bardağın son damlası olduğunu, Başbakanın bugün yapılacak MYK sonrası yapacağı basın toplantısı ile  Ak Parti’yi Kongre’ye götüreceği ve yeniden genel başkanlığa aday olmayacağını’ kehanet buyurdular.

Hatta

Cumhurbaşkanının Muhtarlarla taptığı toplantıdaki sözlerini bu iddialarına delil gösterdiler.

Başbakanın  Salı günü yapılan Ak Parti grup toplantısında Başbakanın az konuşmasını ve konuşmasındaki fedakar sözlerini sözlerinin arkasına koydular.

Bu kulis bilgileri gerçek olabilir.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun MKYK’da yaşanan gelişmelerin ardından dün parti grubunda herkesi şaşırtacak kadar kısa konuşması ve sitem dolu sözler sarf etmesi, siyaset kulislerinin en önemli konusu oldu. Özellikle şu iki cümlesi tüm konuşmasının önüne geçti: “Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim. Ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam.”

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhtarlar toplantısında yaptığı açıklamalar da siyasi kulislerde “Bu sözler Davutoğlu’na mesaj mı” sorusunu gündeme getirdi.

Gerçekten Cumhurbaşkanı ile yapılan görüşmede Başbakan mutsuz ayrılmış ve  yeniden teşkilattan güven tazeleme ihtiyacı duymuş olabilir.

Yeniden aday olmayı da düşünmüyor olabilir.

Ama

Bütün bunlar birinci şahsın ifadesi veya eylemi ile olur.

Ben ise başta Cumhurbaşkanı olmak üzere sorumluluk hisseden herkese diyorum ki;

YAPMAYIN…

ETMEYİN…

Kulis bilgilerine göre  ‘Cumhurbaşkanının Davutoğlu’ndan memnun olmadığı ve oraya kendisine daha itaatkar olacağı söylenen Binali Yıldırım’ı istediği’ belirtilmekte…

Bu kongre ile Binali Yıldırım’ın Genel Başkan ve Başbakan olmak senaryosunu uygulamaya koyduğu ifade edilmektedir.

Diyorum ya

YAPMAYIN… ETMEYİN…

Bu olayda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Turgut Özal’ı hatırlatırım

Son sözüm  Peygamberimizin sözü…

Mümin aynı delikten iki kerre ısırılmaz.

Mübarek gün ve geceler

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Mübarek gün ve gecelerle ilgili tartışılan en önemli olay Hicri takvimin miladi takvimle eşit olmayıp ve miladi takvimden 10 gün eksik oluşudur.

Bu yüzden Ramazan her sene 10 gün önce gelir.

Mübarek gün ve geceler her sene yer değiştirir.

Bu konuyu enine boyuna anlatacağım ama önce takvim meselesini aradan çıkaralım.

Hicri takvim, Hicri Şemsi takvim ve Hicri Kameri takvim olmak üzere ikiye ayrılır.

Rumi takvim, Hicret‘i (Miladî 622) başlangıç kabul eden güneş yılı esasına dayalı bir takvimdir. Dünya’nın Güneş etrafında dolanımını esas alan Şemsî Takvim düzeninde,Osmanlı’da 13 Mart 1840’ta uygulanmaya başladı. Kamerî takvim sisteminde bir yıl 354 gün, Şemsî takvim sisteminde ise Dünya’nın Güneş etrafında dolanımı esas alındığından bir yıl 365 gün olarak hesaplanır.

26 Aralık 1925’te çıkarılan 698 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti’nde resmi devlet takvimi olarak Milâdî Takvim kabul edildi. Ülkede 1 Ocak 1926’dan itibaren miladi takvim kullanıldı.

Peygamberimiz miladi 571 yılında doğdu.

Doğduğunda arapların aylara verdiği isimler farklı olsa da kullanılan takvim miladi idi.(Şems takvimi)

Peygamberimiz Rabiul-Evvel ayının 12. gecesi dünyayı şereflendirdi.

Bu takvim arapça isimleriyle ve güneş takvimi olarak (Kameri)( şemsi) uygulandı ve yaşandı.

Hicri Takvim ise Peygamberimizin vefatından sonra Hazreti Ömer’in halife olduğu dönemde Hazreti Ali’nin tavsiyesi ve önermesiyle Şura‘da görüşülmüş ve Peygamber efendimizin Mekke’den Medine’ye hicreti esas alınarak  başlatılmıştır.

İki takvim arasındaki 10 günlük fark başta Ramazan ayı olmak üzere mübarek gün ve gecelerle ilgili değişkenliği mecbur bırakmıştır.

Regaip gecesi Recep ayının ilk Cuma gecesidir. Bu gece idrak ettiğimi Miraç gecesi Recep ayının 27. gecesidir. Berat gecesi Şaban ayının 15. gecesi gibi.

Bu takvimler miladi takvimde hangi güne denk gelirse  o günlerde  mübarek gün ve geceleri kutlamaktayız.

Kutlu Doğum Haftası’nın kutlamalar için Nisan ayının ikinci haftasına sabitlenmesi ise 1989 senesinden itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kararıyla olmuştur. Halbuki Rabiul-Evvel ayının 12. gecesi de  diğer gün ve geceler gibi yer değiştirmektedir.

Bu bilgilerden sonra kandil gecelerine geçelim.

Kur’an-ı Kerim de Regaip Kandili diye bir kayıt yoktur.

Sadece Peygaamberimizin  ‘Yarabbi  Recep ve Şaban ayını bize hayırlı eyle ve bizi Ramazan’a ulaştır’

diye hadisi-i şerifi rivayet edilmiştir.

Miraç kandili Kur’an-ı Kerim’deki İsra suresinin ilk ayetlerinde zikredilmektedir. Dolayısıyle kat’i olarak Miraç’ı inkar eden kafir olur. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan bölümü ayetle, Mescid-i Aksa’dan sonrası da  Peygamberimizin hadisleriyle bize intikal etmiştir.

Bu gece bir de farz olan 5 vakit Namaz bu gecenin kudsiyyetini artırmaktadır.

Miraç gecesinde  peygamberimize  kur’anın diliyle ‘AYETLERİNİ’ göstermiş ve onları ümmetine anlatmasını istemiştir.

Berat gecesi için her ne kadar Kur’an da bir ayetin işaret ettiği rivayet edilirse de  İsra ve  Kadir surelerinde  olduğu gibi açık açık beyan yoktur.

Kur’an da adı geçen İsra (gece yürüyüşü) ve ‘Biz o Kur’an- Kadir gecesinde indirdik’ ayetiyle bahse konu olan iki mübarek gece var.

Mübarek gün ve gecelerin 35 senede bir  devrediyor yıl içinde yer değiştiriyor olmasıyla ilgili müçtehitler  ‘ALLAHIN RIZASINI ARAMAK İÇİN GÜN VE GECELERİN ÇEŞİTLENDİRİLMESİ‘ açıklamasını yapmışlardır.

Allahın her günü ve gecesinin mübarek olduğuna inanan ben bu görüşü destekliyorum.

Bu mübarek gün ve gecelerin ibadat-u Taat ve zikirle, nafile ibadetlerle geçirilmesi tabii ki matluptur.

Ama bu gecelerde ibadet yapmadan  cami cami dolaşmak ibadet değildir.

Çok Cami dolaşmış olmak çok sevap kazanıldığı anlamına gelmez.

Kandil tebriği göndermeyi ibadet sayan zihniyet Cami cami dolaşmayı da marifet sayıyor.

Siz siz olun Bu mübarek gün ve geceleri mana ve ehemmiyetine binaen rabbinizin huzurunda ibadetle geçirin.

Secde’ de ve Namaz’ da tesbihat’ta kazanç vardır. Kandil kutlaması bunlardan biri değildir.

Kandil kutlamayı o geceyi ihya ettiğiniz anlamına gelmeyeceği için çok da önemsemeyin.

 

Gizlenen zafer Kut’ul Ammare

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Kut’ül Ammare Kuşatması (7 Aralık 1915 – 29 Nisan 1916), İngiliz kuvvetleri ve müttefikleri ile Osmanlı kuvvetleri arasında geçen I. Dünya Savaşı‘nın temel muharebelerinden biri…

1. Kut Muharebesi olarak da bilinir. Dicle Nehri kıyısında Kut’ül Ammare şehri yakınlarında konuşlanmış İngiliz ve müttefiklerinin kuşatılmasıyla başlayan muharebe, kasabanın Osmanlı Ordusu tarafından ele geçirilmesi ve İngiliz birliklerinin tamamının esir alınmasıyla bitti.

Ordunun çoğu Hint Müslümanlardan oluştuğu için savaş sırasında İngilizlerin takviye ve yiyecek göndermedikleri söylenirse de İngilizlerin takviye birlik gönderemedikleri bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Gıda takviyesi yapan gemiyi de ele geçiren Osmanlı ordusu gemiye de ‘KENDİGELEN’ adını vererek tarihe am salmıştır.

1952 yılına kadar Kut Bayramı olarak kutlanan bu büyük zafer  Türkiye’nin Nato’ya girmesiyle  ‘ARTIK MÜFFETİK OLDUK  DOSTUMUZU ÜZMEYELİM’ gibi garip bir gerekçe ile  kutlanmaktan vazgeçilmiş, bu da yetmemiş tarihkitaplarımızdan bu zafer ıkarılmış, okullarda okutulmamış, yeni nesillere öğretilmemiştir.

Kut’ul Amare muhasarası aslında bir askeri dehanın ürünüdür.

FAV adasına ilk çıkarmayı yapan İngilizler aslında planlarını iyi yapmışlardı. stratejik olarak nehir boyunca ilerleyecek ve gerçek emel olan petrol yatakları kontrol altına alınacaktı.

Dikkatinizi çekerim. Bu tarihte Osmanlı Ordusu Kafkasya’da Çanakkale’de Rus’a ve İtilaf devletlerine karşı, Basra Musul bölgesinde de İngiliz ordusuna karşı savaşmaktaydı.

Askeri güç olarak Osmanlı ordusunda kat kat üstün olan İngilizler  ‘HASTA ADAM’ dedikleri Osmanlı’yı yoketmenin tam zamanı olduğunu düşünüyorlardı.

Sarıkamış’ta Yemen’den yazlık elbiselerle gelen askerler düşmanla karşılaşmadan soğuktan donmuş Kafkasya’dan dönen moralsiz askerler de gelecek ışığı göremiyorlardı.

ŞEHADET Bir mümin için  en yüce makamdı. Bu inanç yedi düvele karşı birden fazla cephede savaşan Türk Ordusunu ayakta tutuyordu.

Libya çöllerinde yapılan savaşlar ve zaferlerden, Yemen de kazanılmış müsademelerden en önemlisi İngilizlerin Ermenilerle birlikte Türk askerlerinin gözlerini kör ettikleri Mısırdaki toplama kampları da tarih kitaplarımızda yazmıyor.

Ermeni mezalimi hala nesiller tarafından gerçek manada bilinmiyor.

Doğuda ortaya çıkarılan Ermenilerin katlettikleri Türklerin toplu mezarlarını  da  yeteri kadar nesillerimize öğretemiyoruz.

Bu yazıyı neden yazman ihtiyacı duyduğuma gelince;

Kut’ul Ammare zaferiyle ilgili Kültür Bakanlığı zaferin tarihine denk gelen bir kutlama düzenledi.

İstanbul Lütfi Kırdar Kültür Merkezi’nde yapılan  kutlamalar  her ne kadar kendilerince başarılı bulunsa da  bana göre fiyaskodur.

Gazeteci olarak  Basın kartımı ibraz etmeme rağmen kutlamaların yapıldığı salona sokulmadım.

Gerekçe

Akredite olan gazeteciler arasında adım yokmuş (Akredite olmak yandaşlığı gerektiriyormuş. O kişilere kartları verilmiş)

İl Kültür Müdürlüğü ve Bakanlığın davetli listesi de ilin A-B-C protokol listesi

Davetiyeleri göndermişler ama  gelen yok.

Kapıda bu hazzı yaşamak için bekleyen binlerce vatandaş gördüm.

Gazeteci olarak içeri giremeyen benim gibi onlarda o güzellikleri göremedi.

Cumhurbaşkanı konuşmasını yaparken izleyicilerden kamera kaçıyor.

Çünkü

Salon boş…

Bu organizayonun en başından en sonundaki yetkiliye kadar sözüm şudur.

Milleti merkeze almadığınız hiç bir organizayon başarılı olamaz.

Siz milleti hor gördünüz

Onları bu kutlama zevkinden mahrum bıraktınız.

Devletle milletin kaynaşmasına engel oldunuz.

Her defasında milleti öne alan Cumhurbaşkanını bile kendi ilkeleriyle ters düşer pozisyona koydunuz.

Eserinizle övünebilirsiniz.

 

 

yukarı git