. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Author

Abdurrahman Pala - page 7

Abdurrahman Pala has 97 articles published.

Kafamı bozan şeyler

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Esselamu Aleyküm

Bugün sizlere kafamı bozan bazı şeyleri kısa kısa aktaracağım.

Umarım sıkılmazsınız.

Belki siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur.

SOSYAL MEDYA

Sosyal Medya denilen herkesin elinde cebinde dolaşan akıllı telefonlar yeni bir hastalığımızı beraberinde getirdi.

Bilen- Bilmeyen, anlayan-anlamayan, fikri olan-olmayan herkes ortaya karışık ahkam kesiyor.

Bazıları reklamını yapıyor. Bazıları ‘TV’lerde mesajım okunsun’ diye klavye başında sabahlıyor. Okunmayınca da tekrar tekrar taciz ediyor.

Bu programları yapanlar da bir çoğunu okumaya layık bulmadığı bu mesajlara değer verdiğini, tekrar tekrar zikretmek zorunda kalıyor.

Bu işin başını da  Televizyon kanalı konusunda okul ve yol gösterici olan TRT kanalları yapıyor.

Beyler;

İçine düştüğünüz girdaptan çıkın. Birçoğunu okumaya değer bulmadığınız mesajlar için benim ve diğer izleyicilerin zamanını çalmayın.,

Siz de biliyorsunuz ki  o klavye kahramanları ipe sapa gelmez bir çok şeyi yazıyor, ve siz onu canlı yayında okuyamıyorsunuz.

Okuyamadığınuız mesajlara değer vermeniz, insanlara ‘bize yazın’ diye zorlama yapmanız ikiyüzlülük değil mi?

 

TÜVTÜRK İSTASYONLARI

Araçlar için 2 yılda bir (yeni trafiğe çıkan araçlar 3 yılda bir) yaptırmak zorunda olduğu trafik muayenesi gerçekten muhteşem bir hizmet…

Eskiden Açık Hava Tiyatrosunun önünde sıra olan araçlara şöyle bir bakan polis memuru kardeşlerimiz yola çıkmanıza izin veriyordu.

Şimdi öylemi?

Aracınız en ince noktasına, farların, frenlerin akım şemasının herşeyin ama herşeyin en ince teferruatına kadar bakılıyor.

Belki de  yollardaki araç kalitesinin yükselmesinin sebebi bu.

Araçlar çok iyi kontrol edildiği, eksiklerin hemen giderilmesi, olmadığında yol belgesinin verilmediği sıkı bir denetim.

Kutluyorum.

Ülkemin insanları da herkes gibi değerlidir.

Kafamı bozan konulara gelince;

Size saatli randevu veriliyor. Saatinden evvel gidiyorsunuz ama randevu saatiniz ortalama 2 veya 3 saat rötarlı geliyor.

Bu istasonlarda bir günlük kapasitenin randevusu veriliyorsa  saat belirlemenin ne anlamı var?

Bir de orada ‘Far camı soluk’ diye  bir yerli aracın sadece bu sebepten ötürü muayeneden geçirilmediğine şahit oldum.

Bu kadarı da fazla ve gereksiz…

 

MİNİBÜS KAOSU

Taksim’den kovulan minibüsler şimdi Beşiktaş ve Şişli merkezli olarak hizmet veriyor.

İhtiyaçtır. tercihtir tamam

Bunlara diyeceğim yok.

Eskiden daha sıkı kontrol edilen, ayakta yolcu alınmayan minibüsler şimdi tıkış tıkış

Bir de nerede belediye otobüs durağı varsa orası minibüsler işgalci.

O kadar ki belediye otobüsü durağa girip yolcu alamıyor.

Minibüsler için ayrı duraklar olmalı veya Belediye otobüs duraklarını kullanacaklarsa önceliği toplu taşıma araçlarına vermelidir.

Hız ve tehlikeli makasları artık saymıyoruz.

Minibüs esnafı kendi kendini kontrol etmeli ve denetimini de kendisi yapmalıdır.

 

YİYECEK -İÇECEK ENFLASYONU

Günümüzde en büyük şirketlerin bile yüzde 5-10-15 gibi fiyatlarla satışlar yaparken, gıda sektörü maliyetlerini ikiye  üçe katlayan fiyatlarla satışlar yapıyor.

Kar marjı çok olunca da herkes bilse de bilmese de gıda sektöründe bir düzen sahibi olmak istiyor.

Evimden işime gidinceye kadar 1 kilometrelik mesafede  yolumun üstünde 156 tane yiyecek – içecek noktası saydım.

Yürüme mesafesinde bu kadar çok dükkan olunca bol bol iflaslar, el değiştirmeler,konsept değiştirmeler ve daha neler neler. kendiliğinden oluşuyor.

Arz talep dengesini gözetmeyen bu oluşumun ‘İşlerimiz kötü’ diye şikayete hakkı yok.

Hizmeti iyi ve kaliteli üretmek esas ise bu enflasyon kurumlar arasında ayrım yapmayı da zorlaştırıyor.

Her iş için bir yeterlilik belgesi lazım ama en hassas konu olan gıda da çalışan, iş kuran, hizmet eden insanlardan belge istenmiyor.

Siz ce de garip değil mi? 

 

 

23 Nisan’ın anlamı

Yazılar içinde tarafından yazıldı

23 Nisan 1920’de ilan edilen Cumhuriyetimiz 1927 yılında Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlamış, kanunu ise 1937 yılında çıkmıştır.

Dünya’da ilk ve tek Çocuk Bayramı olarak bugün ile övünç duyuyoruz.

Bu başka

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bir kaç arkadaşına ‘Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz’ sözüyle başlayan eylemin adı ‘MİLLİ HAKİMİYET’ ve küllerinden doğan genç Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilanı ve yeni Türkiye’nin ayak izleridir.  Fiili olarak başta Himaye-i Etfal Cemiyeti nezaretinde kutlanan  TBMM’nin kuruluşu 1927’den Milli Hakimiyet ve Çocuk Bayramı’dır. Yukarıda zikrettiğim gibi kanunu 1937 yılında çıkmıştır.

Bunları bilmeden başka ahkamları kesmek cahillerin işidir.

Ben o duruma düşmek istemem.

Cumhuriyeti ilan etmeye karar veren Mustafa Kemal 6 maddeden oluşan bir tamim yayınlıyor.

TBMM Başkanı İsmail Kahraman bu 6 maddeyi İlk Meclis binasında düzenlenen törende sıraladı.

Bazı Atatürkçü geçinenlerin mutlu olmayacağı o tamimde Mustafa Kemal Ertesi gün Cuma mübarek gün ittihazıyla ‘Hacı Bayram-ı Veli Camiinde kılınacak Cuma namazının ardından Cumhuriyetin dualarla açılacağını’ ifade ediyor.

Yetmiyor

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yurdun dört bir yanında insanların  Kur’an hatimleri okumasını,  Salavat-ı Şerifler ,mektubat-ı Rabbani hatimleriyle ve kurbanlar kesilerek Allah’a hamdu senalar edilmesini talimatlıyor.

Bu minval üzere açılan bir Kurucu Meclis’in Cuma namazından sonra dualarla Cumhuriyeti ilan etmesi birilerinin kafasını temizlemelidir.

Efendim

‘Mustafa Kemal diktatörce karar vermiş, onun seramonisini de ilk meclisin üyelerinin aşırı dindar olduğu için onların hoşuna gidecek şekilde dizayn ederek hoş görünmek istemiştir’

diyen akılsızlara ben sadece

‘Tarihi vak’alara bakın. Bu böyle gerçekleşmiş. Sebebi, düşüncesi veya sizin zihin okuma ritüelleriniz beni enterese etmez. Onlara kulak asmam’ diyorum

İlk Meclis binasındaki törenlerde  şimdiki TBMM Başkanı sayın İsmail Kahraman bu tamimi madde madde okudu. Gönül isterdi ki o belgeyi TBMM’nin sitesine de koydursun.

Ama o siteye kendi konuşmasını haber yaptırıp koydurmuş. Aslolan böyle tarihi bir belgeyi kendi haberine tercih etmek olmalıydı.

İsmail Kahraman o konuşmasını şu cümlelerle bitirdi.

‘Bizi millet yapan değerlerimize sahip çıktığımızda 23 Nisan 1920 günü Ankara’da Hacı Bayram Veli Camisi’nde kılınan cuma namazının ardından dualarla açılışı yapılmış bulunan Birinci Meclis’in ruhuna da sahip çıkmış oluruz. Başkent İstanbul başta olmak üzere güneyden, kuzeyden ve batıdan işgal altına alınmış olan memleketin evlatlarının Allah’tan başka iltica edecek makamları ve milletten başka dayanacak kuvvetleri yoktu. Onlar için parola istiklal, işaret şehadetti.”

Dedim ya bu sözler yerine  o tamimin aslını oraya koydursa daha doğru yapardı. Tarihe not düşerdi. Bir çok Atatürkçü geçinen vatandaşların da hezeyanlarına cevap vermiş olurdu.

Gelelim şimdi kutlama meselesine;

Güneydoğuda devam eden nazik durum dolayısıyle bu yıl törenler iptal edilmiş

Böyle diyor Atatürkçüler

İptal edilen sadece TBMM’de akşam yapılan resepsiyondur.

Onun dışında geçmiş yıllardaki çocukların bir günlüğüne ‘BAŞBAKAN’ veya CUMHURBAŞKANI’ VALİ’ MÜDÜR olması ihmal edilmedi.

Ayrıca 81 ilden başarılı çocuklar törenlere çağrılarak taltif edildi. TBMM’de ve ANITKABİR’de törenler aynen icra edildi. İlk Meclis binasındaki çok önemsediğim tören yapıldı.

Yetmedi

Çankaya Köşkü’nde Başbakan Çocuk Şenliği yaptı.

Hem de çok yoğun bir programı, Merkel gibi bir konukla Suriyeliler ziyareti varken…

İptal edilen TBMM’deki resepsiyon bu kutlamaların eksik tarafı.

Allah aşkına söyleyin o resepsiyonun politik dedikodudan başka ne işe yarıyor?

Bırakın olmayıversin.

Gerekçemiz olmasa bile bu resepsiyonlar bundan sonra da yapılmamalı, kutlamalar bu yılın programı çerçevesinde icra edilmeli.

Bir de söylemeden edemeyeceğim hadise Cumhuriyet Gazetesinin Ankara’da yaptığı kutlama…

Arkadaşlar o kadar sapıttılar ki Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığını ‘Ben onların yaptığının aksini, yapmadıklarını yapıyorum’ demeye geliyorlar.

Bu kutlamada Kılıçdaroğlu var. Bazı belli arkadaşlar var.

Bunlar beni şaşırtmadı.

Ama

MHP liderliğine aday olan ve kendisi de Türkmen olduğu için övünen  Sinan Ogan bu resepsiyona gitti.

Türkmenlere bomba yağdıran Esed ve Rusya yanında Türkmenlere karşı yayın yapan Cumhuriyet ceridesi ve onun Genel Yayın Müdürü Can Dündar’ı kutladı.

Ülkücü dediğin ilkeli kişidir.

Sen bu ilkesel prensiplerinle MHP’ye genel başkan veya yönetici değil, ancak Iğdır’da bakkal dükkanı başkanı olursun.

Türkiye’nin karanlık yılları

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Türkiye’nin en karanlık yılları 1990 ile 2000 arasıdır.

O kadar ki

Hangi meseleye el atsanız, biraz  altını karıştırsanız karanlık dünyanın insanlarını ve mutlaka  yabancı kaynakları bulursunuz.

1989 yılında Amerika artık Turgut Özal ile dost olamayacağını anlamıştı.

Siyasette onun boşluğuna koyacak kadro ve lider arayışında akla Demirel geldi.

Çok gelip gitmeye alışık olan Süleyman Demirel ‘Çare Demirel’ sloganını o gün DYP İstanbul İl Başkanlığındaki kapalı bir toplantıda buldu.

Ardından 1991 seçimleri ve tek başına iktidarın olmadığı bir tablo çıkınca  yüzü asılsa da çok hüzülendi Demirel…

En çok da  yıllardır siyasi rakibi olan CHP ile (Ogünkü adı SHP) koalisyaon yapması kendisine dikte edilince hüzünlendi.

Konumuz Demirel değil ama bu bilinmeden bazı şeyleri anlamak ve anlatmak zor.

1993 yılının en karanlık olayı günün Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’tir

1993 yılının 17 Nisan günü Çankaya köşkünde seyahatten dönen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şaibeli ölümü ve hastaneye yetiştirilememesi ve olaylarla ilgili soruları bir kenara koyuyorum.

Eşref Bitlis paşa, PKK mücadelesinde gece gündüz demeden çalışırken günlerden birgün

“PKK TERÖR ÖRGÜTÜ YÜZDE 70’İ İRAN’DA ASKERİ EĞİTİM GÖRMÜŞ ERMENİLERDEN OLUŞUR.BU BİRİMİN ASLİ VAZİFESİ OSMANLI’NIN ORTADOĞU’DA YENİDEN CANLANMASINI ENGELLEMEKTİR. FİNANSMAN KAYNAĞI İNGİLİZ VE ALMAN DEVLETLERİDİR.

dedi.

İşte o zaman Eşref Bitlis Paşa’nın operasyonuna karar verdiler.

Zaten Eşref Bitlis paşa çekiç güç marifetiyle PKK’yı himaye eden ABD’nin tezgahına sürekli çomak sokuyordu.

Paşa sözlerinde ABD dememiş ama bana göre kararı alan ve uygulayan ABD’dir.

Çünkü paşa terörden kaçakçılığa ABD’nin içerdeki baronlarının tüm planlarına taş koyuyordu.

Eşref Bitlis Paşa’nın ölümünden 7 ay önce ‘Sayın Cumhurbaşkanım ‘diye başlayan 3 sayfalık bir mektup kaleme almıştı. Özal’a hitaben…

Bu mektupta

Orgeneral ‘ün ‘ya yardım ettiğini telsiz konuşmalarıyla ortaya koyup, “Devreye girin, önü alınamayan risklerle karşı karşıyayız” diyordu. “Kod Adı: Kale” planı MGK’ya gelince ise rahatsızlıklar başlamıştı

Bitlis, mektubun ilk bölümünde ABD tarafından bölgede konuşlu ‘teki bazı komutanların terör örgütü ‘ya yardım ettiğini ayrıntıları ile açıklıyor. Bu iddiayı güçlendiren görüntü ve telsiz konuşmaları aktarılıyor. ABD’li bazı komutanlarla, PKK lider kadrosunun yaptığı üç toplantıya ilişkin ayrıntılar veriliyor. Eşref Bitlis, mektubunda ikinci olarak devlet içindeki bazı unsurların terörden rant sağladığını vurguluyor ve isimler veriyor. Güneydoğu’daki bazı işadamlarının güvenlik güçlerinin de desteğini alarak bölgede terör örgütü PKK adına kaçakçılık yaptığını belirtiyor. Mektubun ikinci bölümünde ise Kürt Sorunu Çözüm önerilerini içeren bir rapordan bahsediliyor. “Kod Adı: Kale” olarak tanımlanan planda öncelikli olarak terör belasının defedilmesi gerektiği belirtiliyor. İkinci aşamada ise Kürt halkına yönelik ılımlı adımların atılması için devlet politikası oluşturulması gerektiği vurgulanıyor ve “Bölge halkının kazanılması zaruridir. Halk yanlış yönetim ile terör örgütü arasında sıkışmış durumdadır. Bunu suiistimal eden unsurların bertaraf edilmesinin zorunluluğu ortadadır” tespitinde bulunuluyordu.

Proplemi teşhis etmiş, tedavisi için de planlarını yapmış Paşa eylemleriyle rahatsızlık yaratınca bir Ankara sabahında yine bölgesine giderken düşen uçakta şehit oldu.

Tıpkı Özal gibi o da karanlık yılların dosyaları arasında yerini aldı.

Bu 10 senenin sonunda neler oldu?

18 tane banka batırıldı.

-28 Şubat süreci ıztıraplarını eser bıraktı.

-Ülkenin 58 Milyar doları yokoldu.

-ABD’den kurtarıcı olarak Kemal Derviş gönderildi ve koalisyonun 4. ortağı oldu.

Şehit General Eşref Bitlis Özal ile planlarını uygulayabilseydi belki PKK 1992’de bitecekti.

Olmadı.

Karanlık yılları unutmayın.

Hem de geçmişten ders alarak.

 

 

TGC seçime gidiyor

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti seçime gidiyor.

1946 dan beri Gazetecilerin meslek kuruluşun olarak faaliyet gösteren  cemiyete 1974 yılında üyelik müracaatım kabul edilmemişti.

Bilemedik.

Balotaj Kurulu’na kulis yapmak gerekiyormuş.

Ondan sonra da bir daha üye olmak için müracaatım olmadı.

Özellikle;

Beyhan Cenkçi‘nin başkanlık yaptığı dönemlerde Ankara Gazeteciler Cemiyeti hep gıptayla baktığımız kurum oldu.

Tabii İstanbul’da yönetenleri eleştirdik.

90’lı yılların sonunda bir büyüğüm ‘Dışardan gazel okuma gel üye ol’ dedi

Tekrar üyelik müracaatımız yaptık.

Yine de kulis yapmadık

Bu defa kabul gördü.

Üyelik ve rozet takma evrelerini yaşadık.

Rozetimi Tercüman’dan büyüğüm Orhan Ayhan takmıştı.

6 yılı doldurunca da  Rahmetli Kemal Çapraz ile birlikte yönetime aday olduk.

Kazanamadık

Ama blok lisyete karşı en yüksek oyu aldık.

Arabalarla taşınan Doğan grubu gazetecilerini geçemedik.

Şimdi;

Yeni bir seçim zamanı

Bir tarafta  Orhan Erinç‘in yetiştirdiği Turgay Olcayto

diğer tarafta  Sedat Bakıcı

Her iki listede de hatırını sayacağım arkadaşlarım var.

Gidecek seçim yapacak ve uygun gördüğüm arkadaşlarımı yukarıdan aşağıya listeleyeceğim.

Hayırlı olsun diyeceğim.

Ama;

Gıptayla baktığımız Beyhan Cenkçi cemiyetçiliğine ulaşmak konusunda hiç umudum yok.

Terör Daeş veya İşid

Yazılar içinde tarafından yazıldı

‘Şimdiki adıyla Daeş, ilk adıyla İŞİD birden bire nereden çıktı?’

diye sorannınız var mı bilmiyorum.

Bu sorunun cevabı için Saddam Irak’ına gitmek lazım

‘Saddam ABD ajanı’ diye 1997 senesinde nokta dergisinde kapak yapmıştık.

Dergi pazar akşamı çıkıyordu. Rahmetli Fikri Ayyıldız ile gece yarısı dergiyi baskıya verdik.

Sabah nöbetçisi de bendim.

Erkenden dergiye geldim.

Acı acı çalan telefonu açtığımda  karşımızdaki kişi ‘Bu belgeyi nereden buldunuz?‘ diye soruyordu.

Yani haberin içeriğiyle ilgili sorun yoktu; Belgenin bulunduğu kaynağı tespit etmeye çalışıyorlardı.

30 yılı aşkın Irak’ı yöneten, 8 yıl İran ile sebebsiz yere savaşan ve bir gece aniden savaşı tek taraflı bitiriveren Saddam Hüseyin artık  kontrol edilemiyordu.

Ağababalarının isteğiyle hareket eden, yine o merkezden gelen bir talimatla Kuveyt’e saldıran Saddam‘ın ipini çeken olay ise şudur;

‘Artık bundan sonra petrolü ABD dolarıyla değil, Avrupa parası Euro ile satacağız’

30 yılı aşkın Saddam Hüseyin yönetimiyle ilgili arkasında başta Halepçe katliamı gibi kara lekeler olsa da ağababalarına hizmet eden Saddam artık başkaldırıyordu. Kontrolden çıkmıştı.

Gereği yapıldı.

Saddamın akibeti idamla sonlandırıldı.

Ama;

Irak’ta 700’ü aşkın ajan vardı. Yine 30 yıllık yönetim zamanında Baas Partisi içinde sivrilen, belli merkezlerden kontrol edilen kaşarlanmış yöneticiler de vardı.

Irak’taki yeni düzende bu kadrolara yer yoktu.

Seçimlerde de zaten ABD’nin istediği kişiler yeterli oyu ve desteği alamamışlardı.

Bunlara ‘Şimdilik bekleyin’ denildi.

Ve…

Zamanı geldiğinde  Irak-Suriye İlsam Ordusu  adıyla lanse edilen İŞİD ortaya çıkıverdi.

Yeni 830 CIA ajanının da bölgeye geldiği haberlerde açıklandı.

Güçler birleşti, Dengeler değişti ve Saddam zamanında kalmış sadık kadrolar Avrupa’nın bir çok ülkesinden getirilen göstermelik çapulcularla  Musul bölgesinde İŞİD birden devletmiş gibi bölgeye yerleşti.

Türkiye’nin başındaki PKK belası şimdi İŞİD ile artırılmıştı.

Komşu olmalarına rağmen İŞİD’in PKK mevzilerine saldırdığını hiç duydunuz mu?

Hiç İsrail’e saldırdığını duydunuz mu?

Varsa yoksa Türkiye

Musul Büyükelçiliğindeki vatandaşlarımızı rehin alan  bu melun örgüt bu saldırıyı yapmadan Feto terör örgütünün bölgedeki okullarını boşalttığı bugün öğrendiğimiz yeni bilgiler.

Elçilikteki vatandaşlarımızın burnu kanamadan kurtarılmasının mutlaka faturası da olmuştur.

Türkiye  vatandaşlarının burnu kanamadan salıverilmesi için ne gibi tavizlere razı olmak zorunda kaldık bunu bugün bile bilmiyoruz.

Ama;

197o’li yıllarda Asala, 1980’den sonra PKK olan başımıza bela terör örgütünün yanına yeni bir cephe , yeni bir düşman koyuldu.

Musa ile Firavunun,iyi ile kötünün  mücadelesi kıyamete kadar sürecek

Buna şüphe yok.

Türkiye’nin ağır baskılarıyla PKK’yı terör listesine alan ABD son zamanlarda PKK’nın uzantısı PYD’ye  silah veriyor, PKK’nın uzantısı iddialarına kulak asmıyor.

Bir gecede Yugoslavya’yı bitiren ABD koalisyon güçlerinin desteğine rağmen bunca  yıldır İŞİD’i bitiremiyor.

Bitirmeyecek.

En azından ben bitireceğine inanmıyorum.

Bütün bunlara bakarak Türkiye’nin nasıl kuşatıldığını, bu milletin artık anlaması gerekiyor.

Dost bildiğimiz devletler Türkiye’ye karşı kumpaslarda..

Putin  Antalya’daki  E20  konferans için geldiğinde

‘Bu salonda olan devletlerden İŞİD’i destekleyenler var’ dediğinde bizdeki aklı evveller  hemen bu lafı Erdoğan’a yamamamaya çalıştılar.

O zaman daha kötü olmadığımız Putin bile yüksek sesle ABD’yi işaret etmekten çekinmemişti.

Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Buna inanıyoruz. Ve bir şeye daha inanıyoruz.

Allah’ın korumadığı hiç bir güç ayakta kalamaz.

Herkes bir hesap peşinde ama

Kimse Allah’ın da hesabının olduğunu düşünmüyor.

Namazlaımızda , secdelerimizde Dini celili islamın son hadimi Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollaması için Allaha yalvaralım.

Nesil değişti, toplum değişti

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Son yazımdan (İnsanları Aptal yerine koymayın) sonra çok geri dönüş, çok mesaj, çok da eleştiri aldım.

Bazıları ‘Sen değiştin. Nu yazınla yaranamadığın Ak Partililere  hizmet ediyorsun,’

derken; bazıları da  ‘Seni de kaybettik. Bir kale daha düştü’ gibi anlamsız cümleler kurdular

Okumayanlar için malumunuz o yazıda reklamlar ve dizileri eleştirmiş ve reklam yazarları ile senaristlerin Türk toplumunun değişimini anlayamadığını, değişimi gözlemleyemediğini, hala eski statükocu yönetme biçimleriyle topluma yön vermeye çalıştıklarını söylemiştim.

İddiam ise

‘TOPLUM DEĞİŞTİ. MEŞİN CEKETLİ GENÇLER YERİNE İNANÇLI BİR NESİL GELDİĞİNİ, DİSKOTEK YERİNE SOHBETLERE, KONFERANSLARA PANELLERE GİDEN YEPYENİ BİR OLUŞUMUN BİR ANLAMDA ÜRETİM GÖRMEZDEN GELİNİYOR’

idi.

Bu ülkede nasıl ‘Köy Enstitüleri’  solcu, sorgulayan ve acımasız, kendinden başkasına hayat hakkı tanımayan  bir nesil yetiştirdiyse  1950’lerden başlayanİmam-Hatip Okulları ile yetişen  Allahına inanan, milli ve manevi değerlerine saygılı, hak – hukuk ve terazisini peygamberin koyduğu ülküler ışığında  yürütmeye kararlı yepyeni bir nesil oluştu ve onlar bugünün kadrolarını oluşturuyorlar. 1940’lı yıllarda  jandarma baskınlarından kaçabildikleri kadar Allahın kitabını öğreten hocalarımızı da rahmet  ve minnetle analım.

Bakın çavrenizde böyle zorluklara rağmen Allahın kitabını öğreteceğim diye çok sıkıntı çekmiş hocalar görürsünüz.

1960’lardan sonra özellikle Süleyman Hilmi Tunahan gibi son devrin din mazlumlarının  yetiştirdiği nesiller artık kemale erdi.

Bu minval üzere yetişen bu nesiller bugün baba, dede oldular. Onların  en büyük ve önemli tarafı aile eğitimi içinde evlatlarını vatana, millete dinine ve rabbine uygun insan olmak adına çok caba sarfettiler.

Onların yetiştirdiği bu nesillerin şimdiki profili şöyle;

-Allah’tan korkan,

-Peygamberinin tavsiyelerine göre yaşayan

-Hukuka ve beşeri ilişkilerde başarılı

-Sigara içmeyen

-Alkol tüketmeyen

-Uyuşturucu kullanmayan

-Boşa geçen zamanı en azından kitap okuyarak, yoksa içinden ezbere bildiği Kur’an okuyarak

geçiren bugüne kadar farketmediğimiz yepyeni bir nesil.

Ben buna altın nesil diyorum.

İşte bu nesilin yaşama biçimi şu istatistikleri ortaya çıkardı.

-2009’da Türkiye’de tütün ve alkollü içki satışı için 206 bin esnafın izni vardı. Bu rakam yüzde 10 azaldı.

-Avrupa ortalaması kişi başına 15.5 litre alkol tüketimi ölçülürken, Türkiye’nin alkol tüketimi kişi başına 1.4 litredir.

-Rusya’da içilen 9 adet bira’ya karşılık Türkiye’de  sadece bir bira içilmektedir.  Bira içmekle ünlü Almanlar bile bizden 6 kat daha fazla bira tüketmekte

-Gazlı içecekler konusunda son 15 yılda tüketim, nüfusun artmasına rağmen  yüzde 35 azaldı.

Bütün bunlar bu altın nesilin yaşama biçimi gereği oluşan sonuçlardır.

İşte

Türkiye’de reklam metni yazacak yazarlar bu gerçekleri araştırıp öğrenmeli

Dizi senaryosu yazacak kişilerin de başka dünyaların varlığını görmelidir.

Ben bunu demek istedim.

 

Milleti ‘Aptal’ yerine koymayın!

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Uzun zamandır yazmak istediğim bir konu vardı.

Onu bugün sizinle paylaşmak istiyorum.

Çevrenize bakın !

Televizyonlarda, programlarda, reklamlarda, dizilerde  Türk milleti hep ‘Aptal’ yerine konur.

Başta deterjan reklamları olmak üzere; kullanıma  ait pazarlama tabanlı tüm reklamlarda   geri zekalı birine  anlatmak, hem de bunu müzikle yapmak gibi bir hastalığımız var.

Bunu reklamcılar şöyle açıklıyor.

….A,B,C,D, grupları içinde  en fazla tüketici olan D grubu. Dolayısısyle  bütün metinlerimiz D grubuna hitap eder şekilde hazırlıyoruz. Böyle bir reklam A veya B grubuna ait bir birey için banal bulunabilir.  Ama çoğunluk D grubunda olduğu için strateji doğrudur. ….

Bu arkadaşların tanımına göre D grubu ilkokul mezunu (belki o da değil) orta derecede alım gücüne sahip duygusal ve eğlence seven kitle

Tanım bu olunca hazırlıklar da ona göre oluyor tabi

-Önce en ilkel anlatma biçimi seçiliyor.

-Ardından akılda kalacak bir slogan üretiliyor.

-Bir de oynak bir cıngıl eklenince  bu malzemenin satışı arzu edilen ürünü en iyi şekilde sattıracağına inanılıyor.

Bu gerçekten doğru mu?

Ölçülmüş değil.

Onlarda ‘hayır biz ölçtük doğruyuz’ diyemezler.

Belki daha farklı bir tanıtımla tüketicinin önüne çıksalar tüketici daha çok alım yapacak. Bunu ölçemediğimiz için onların doğru yolda olduğunu kabul edemiyorum.

Mesela Türktelekom

Sattığı ürünün en büyük alıcısı gençler ve eğitimli insanlar.

Milyonlarca lira harcayarak hazırladıkları reklam filmlerinde eğitimli insanın ürüne nasıl rağbet edeceğini anlatan, farkının ne olduğunu ifade eden tek kelime yok.

Buna karşılık  bol bol kargaşa var.

Türktelekom bu ülkedeki altyapının tamamının sahibi.

Diğer kurumlar Türkcell ve Vodafone  onun altyapı imkanlarından yararlanarak hizmet üretiyor.

Hal böyleyken sanki onlar rakibiymiş gibi kurumlararası rekabet sikeçleri yazdırarak  reklama milyonlar döküyor.

Bu durum o reklam vesilesiyle iş bulan sanatçı-oyuncu ve emekktarlar açısından anlamlı olabilir.

Ama o kadar.

Bu reklamlar vizyon olarak  ne Türktelekom’u anlatmaya yeter. Ne de yanlış anlamaların önüne geçebilir. 

En son da robot Ronaldo kendisini şarj etmek için dünyanın üzerinde şarj istayonu arıyor ve bunu Türkiye’de buluyor. Amerika’dan uçağa atladığı gibi

Şarj olmaya Türktelekom ofislerine geliyor.

Güldürmeyin Allah aşkına

Sokağa döktüğünüz milyonları  bir gün ‘Biz nerede yanlış yaptık’  diyerek çok arayacak ve üzüleceksiniz.

Ayrıca reklamlar bilgilendirici değil.

4.5 G’ye geçince milletin faturası ne kadar olacak ondan hiç aahseden yok. Bir aylık 10 GB hediye verecek. ikinci ay dayayacak faturayı…

‘Yandım  Allah’ diye feryat edecekleri şimdiden görür gibiyim.

Hiç bunlardan bahsetmiyorlar.

‘4.5 G’ye geçtiğinizde hızınız artacak ama faturanız da bu kadar olacak’ diyeni görmedim.

Bu tüketiciyi ‘yanlış yönlendirmek’ değilse bile ‘doğru  bilgilendirmemek’ değil mi?

Başka bir zaman konuyu daha geniş yazmayı düşünüyorum.

Bugünün son sözü şu;

Türkiye sizin istatistiklerinizdeki ülke değil artık.

Türkiye, rock müzik dinleyen meşin ceketli hoppa gençlerin ülkesi değil artık.

Şimdiki gençlerin en az yarısı bir yere giderken orada nasıl eğleneceğini değil, namazlarını nasıl kılacağını hesap ediyor.

Gençlerin büyük çoğunluğu diskotek yerine sohbetlere gidiyor.

O 1945’lerden kalma  tüketici profili çoktan tarih oldu.

Beyniniz formatlayın ve toplumu yeniden anlamaya çalışın.

 

Fikret Orman ne yapmak istiyor?

Kafamı Bozan Şeyler içinde tarafından yazıldı

Yıldırım Demirören‘den sonra Beşiktaş’a başkan olan Fikret Orman‘a bugüne kadar bişey demedim.

Eşiyle ayrıldı. Çocuklarının isteğine rağmen o yeni sevgili buldu. Bu haberlerle, tatil resimleriyle  magazine düştü yine de yüzümü dönmedim.

Enkaz devraldığı, gerçekten altından kalkılmaz bir enkazı kucağında bulan Fikret Orman çok güzel şeyler yaptı. İnsanların yöneticilerin Beşiktaş sevdasını kullanarak sponsorlarda açık ara rakiplerini geride bıraktı. Vodafone ile yaptığı tarihi anlaşma ile şehrin merkezine saray gibi bir tesisi kazandırdı.

En borçlu kulüp Beşiktaş ama bu hale gelmiş olmasında Fikret Orman’ın katkısı yok. Bu işi çok iyi yönetti.

Yönetemediği yok mu?

Var.

Birincisi Kendi Yönetim Kurulu

Ahmet Nur Çebi ile her alanda kendini belli eden rekabet ve tartışma ortamı Şenol Güneş‘in teknik direktörlüğe getirilmesi ile Fikret Orman‘ın ekmeğine yağ sürdü.

Çünkü

Şenol Güneş‘i herkes istiyor Şenol Güneş kendisinin tek adam olmasını istiyordu. Futbol şubesi Başkanı olan Çebi kendisinin yaptığı basın toplantısıyla görevini bıraktı.

Artık gündemde Fikret Orman vardı.

Gomez‘i Beşiktaş’a kazandırmak için büyük caba gösteren Erdal Torunoğulları‘nın bugünlerde  sahnede yeri yok.

Varsa yoksa Fikret Orman,

Her yerde sanki tek başına kahraman

Stad’da o, toplantılarda o, konuşan o,

Gökhan Töre olayında bile madara olan Beşiktaş Başkanı şimdi 3 maç için koyduğu 900 TL lik bilet fiyatını örtmek için beşiktaşın emektarlarına dil uzatıyor.

‘Siz Olimpiyata gelmediniz. Ankara’ya gelmediniz Başakşehir’e gelmediniz TV’den izlediniz şimdi yine öyle yapın Tv’den izleyin

Tavsiyene uyacağız başkan

Ama

Dediklerini unutma

Bir gün önüne konabilir.

Terör ve tanımı

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın ‘Terörün tanımı yeniden yapılmalı ve terörist ile terörist destekçilerinin cezaları ceza yasaları değiştirilerek yeniden ele alınmalı’ demecinin üzerinden tam 3 hafta geçti.

Hala Hükümet kanadından, Adalet Bakanından, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan  ses seda yok.

Bu  iki meseleyi anlatıyor

Birincisi;

Muhalefetin her defasında seslendirdiği gibi  ‘Hükümet Sarayın gözünün içine bakıyor’ iddiasını geçersiz kılıyor.

İkincisi ve daha önemlisi; Terör ve terörist tanımının yeniden yapılması, Terörle Mücadele yasaları gelişen konjoktüre göre yeniden düzenlenmelidir.

Buna TBMM’de BDP dışında ‘hayır’ diyecek milletvekili de yoktur diye düşünüyorum.

O halde hükümet neden gereğini yapmıyor? neden kanun hazırlayıp komisyona sunmuyor? neden genel kurulda bu yönde bir çalışma yok?

Bunu anlamakta zorluk çekiyorum

 

 

Fikret Orman ne yapmak istiyor?

Yıldırım Demirören‘den sonra Beşiktaş’a başkan olan Fikret Orman‘a bugüne kadar bişey demedim.

Eşiyle ayrıldı. Çocuklarının isteğine rağmen o yeni sevgili buldu. Bu haberlerle, tatil resimleriyle  magazine düştü yine de yüzümü dönmedim.

Enkaz devraldığı, gerçekten altından kalkılmaz bir enkazı kucağında bulan Fikret Orman çok güzel şeyler yaptı. İnsanların yöneticilerin Beşiktaş sevdasını kullanarak sponsorlarda açık ara rakiplerini geride bıraktı. Vodafone ile yaptığı tarihi anlaşma ile şehrin merkezine saray gibi bir tesisi kazandırdı.

En borçlu kulüp Beşiktaş ama bu hale gelmiş olmasında Fikret Orman’ın katkısı yok. Bu işi çok iyi yönetti.

Yönetemediği yok mu?

Var.

Birincisi Kendi Yönetim Kurulu

Ahmet Nur Çebi ile her alanda kendini belli eden rekabet ve tartışma ortamı Şenol Güneş‘in teknik direktörlüğe getirilmesi ile Fikret Orman‘ın ekmeğine yağ sürdü.

Çünkü

Şenol Güneş‘i herkes istiyor Şenol Güneş kendisinin tek adam olmasını istiyordu. Futbol şubesi Başkanı olan Çebi kendisinin yaptığı basın toplantısıyla görevini bıraktı.

Artık gündemde Fikret Orman vardı.

Gomez‘i Beşiktaş’a kazandırmak için büyük caba gösteren Erdal Torunoğulları‘nın bugünlerde  sahnede yeri yok.

Varsa yoksa Fikret Orman,

Her yerde sanki tek başına kahraman

Stad’da o, toplantılarda o, konuşan o,

Gökhan Töre olayında bile madara olan Beşiktaş Başkanı şimdi 3 maç için koyduğu 900 TL lik bilet fiyatını örtmek için beşiktaşın emektarlarına dil uzatıyor.

‘Siz Olimpiyata gelmediniz. Ankara’ya gelmediniz Başakşehir’e gelmediniz TV’den izlediniz şimdi yine öyle yapın Tv’den izleyin

Tavsiyene uyacağız başkan

Ama

Dediklerini unutma

Bir gün önüne konabilir.

 

İktidarlar kadrolarıyla gelirler

Yazılar içinde tarafından yazıldı

apala20İktidarlar kadrolarıyla gelirler. Ve iktidarlar gelişlerinden sonra  kendi sosyetelerini yaratırlar.

Ne demek istediğimi şimdi anlamamış olabilirsiniz. Örneklerden sonra ne demek istediğimi anlayacak, ve siz de bana hak vereceksiniz.

1965’de 253 milletvekili ve tek başına iktidar olarak işbaşına gelen Süleyman Demirel statuko’nun devamlı oyuncularıyla devam etti. İşe yarar, çok başarılı olarak değerlendirilen bir çok milletvekilini bakan bile yapmadı. Onun yerine  Seyfi Öztürk, Talat Asal, Şinasi Altıner gibi silik isimlerle kabinesini oluşturdu ve hükümranlığını devam ettirdi.

Kendi sosyetesi konusunda tek fark Kemal Uzan‘dır.

Kemal Uzan müteahhid olarak devletten iş almak istiyor ama çemberin içine sızamıyordu. Sahibi olduğu yeni İstanbul gazetesinde ‘5000 masonun ismini açıklıyoruz’ diye bir seri yazı başlattı.

Korku salmaya yetmişti. İstanbul Emniyet Müdürü Muzaffer Çağlar gibi bazı bilinen isimlerin mason olduğu belgesini yayınladı. Tam sıra Süleyman Demirel‘e geliyordu ki; Afşin Elbistan Termik Santrali inşa ve ihalesi Kemal Uzan‘a verildi.

Yayın anında kesildi.

180 bin civarında trajı olan Yeni İstanbul gazetesi 6 ay içinde naylon gazete durumuna düşürüldü.

Hedef vurulmuştu.

Afşin – Elbistan Termik santralı ihalesini almakla kalmamış, İskenderun limanına inecek olan  makine ve aksamın santral bölgesine ulaştırılabilmesi için yolların yapım ve iyileştirme işini de Kemal Uzan’ın şirketi almıştı.

Bitti mi?

Hayır

1971 senesinde İzmir’de yapılacak Akdeniz oyunları için olimpiyat altyapısını oluşturacak tesislere ihtiyaç vardı. Onu da Kemal Uzan aldı. Hatta oyunların açılışına az bir süre kala Halkapınar stadında bir yangın çıkararak hükümeti köşeye sıkıştırıp ilave istihkak aldığı bile kulislerde konuşuluyordu.

Statükonun yatırımcı kadrosuna giren Uzanların Ak Parti iktidara gelinceye kadar rahatı yerinde idi. Çünkü Özal ve çevressine de girmeyi başarmıştı.

1982 seçimlerinden sonra iktidara gelen Turgut Özal bacanağı milletvekili terzisini danışman yapmanın yanında yeni bir sosyete oluşturdu. Eskilerden seçtikleri yanında Eska gibi yeni şirketler boy göstermeye başladı. Amerika’dan gelen prensler aracılığıyla yepyeni bir akım ortaya çıktı. İNŞAAT VE TAAHHÜT alanında da  Nurettin Çarmıklı, Es-Ka gibi yeni şirketler gündemimize girdi.

Özal ile birlikte isimleri unutulan bu şirketler Demirel’in cumhurbaşkanı olduğu dönemde unutulsalar da statuko’nun geleneksel mensupları sahnedeydi.

2002’de  Erdoğan’ın tek başına iktidara gelmesiyle birlikte  kendi sosyetesini yaratma konusunda acele etmedi.

Önce mevcut durumu bir gözlem yapma ihtiyacı duydu.

Sileceklerini zaten biliyordu. Uzan grubu, Doğan Grubu Dinç Bilgin

Uzanları bitirdi. Doğan grubunu istediği noktaya çekti. Dinç Bilgin ve Korkmaz Yiğit gibi isimlerin esamesi okunumaz oldu.

2004 ve sonrasında  yavaş yavaş kendi sosyetesini oluştururken, önüne çıkabilecek engelleri de görüyordu ve başta  darbelere imkan veren 35. madde değişikliği dahil operasyonel değişiklikleri birer birer  başardı.

Medyadaki oluşturulacak sosyete konussunda Ak Parti oldukça kararsızdı. Bir zamanlar amiral gemisi gibi görünen Yeni Şafak ve Albayrak’lardan Star grubunu kurarak ve  Yeni Şafaktaki yerleşenleri Mustafa Karaalioğlu , Mehmet Ocaktan ve Ahmet Kekeç gibi isimleri alarak merkezin değiştiği mesajını herkese verdi.

Mehmet Ocaktan ve Mustafa Karaalioğlu ve Yusuf Ziya Cömert 2014’te bir gece kararıyla kapı dışarı etti. Karaalioğlu NTV’de iş bul vurken Yusuf Ziya zor günler geçirdi.

Bunların içinde en karlısı Mehmet Ocaktan

Uygun zamanda  kendisini milletvekili yaptırdı ve bugün milletvekili emeklisi…

Şimdi

KARAR da buluştular. Muhalefet mi yapacaklar? yoksa ‘Ne olur bizi atmayın’ mı diyecekler göreceğiz.

Bu bilinenlerin dışında bir çok yeni yetme gazeteci ve yazar  diye önümüze konuldu. Sığlıklarını konuşurken, oturup kalkarken, her surette gösteren bu kişiler de gün gelip Ocaktan ve grubu gibi olmayacağını kimse söyleyemez.

Erdoğan ve ekibi bu noktada çok önemli bir hata yaptı.

SORMADAN ,SORGULAMADAN TABİ OLACAK  yeni yetmelerden  gazeteci ve yazar yetiştirmek yerine, yetişmiş, fikri olan, yol gösteren bir çok büyüğümüzü dinleseydi, uyarılarına kulak verseydi. Saylarını kimsenin bilmediği danışmanların arasına onları koysaydı daha iyi ederdi.  

Başa dönüyorum

İktidarlar kadrolarıyla gelirler ve kendi sosyetelerini oluştururlar.

Şimdiki sosyetemiz İmam-Hatipliler.

İnanmıyorsanız çevrenize bakın…

 

1

yukarı git