Görmediğiniz gerçekler
Ben mesleğe yani gazeteciliğe “polİs muhabiri” olarak başladım. Önce Musahhih olmuştum ama
“GAZETECİLİĞİN EN YÜCE MAKAMI MUHABİRLİKTİR”
Ne “GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİ” ne de “HABER MÜDÜRLÜĞÜ” MUHABİRLİK kadar renkli ve zevkli değildir.
Hele hele bizim zamanımızda…
Muhabir bir işe gider, orada gördükleri ve öğrendikleri ertesi gün gazetede çıkacak haberin tek kaynağıdır.
Gazetelerdeki haberler onun için muhabirin imzası ile yayınlanır.
O hadiseyi gazeteye aktaran muhabirin görüşü ve değerlendirmesidir.
Başka iletişim aracı yok.
Twitter veya başka kanallar da yok.
70’li yıllarda sadece Anadolu Ajansı ve Türk Haberler Ajansı vardı.
Devlet ajansı daha çok siyasi ve Ankara kaynaklı haberleri verirdi.
Türk Haberler Ajansı Kadri Kayabal’ın liderliğinde onunla yarışmak isterdi.
Orada Niyazi Dalyancı, Hasan Yılmaer gibi abilerimiz vardı.
Ajansların da Polis muhabirleri vardı.
Ama
Sabah saat 7’de Ceraim raporunu aldığımızda oradaki olayları aramızda paylaşırdık. Biri Sarıyer’e giderken bir diğeri Çekmece’ye giderdi. Biri Kadıköy’e diğeri Kartal’a…
Sonra Sansaryan Han’ın (O yıllardaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü) basın odasında buluşur ve birbirimizle haberleri paylaşırdık.
Bir muhabir bir habere gider ama 3 veya 4 habere sahip olurdu.
Ayni yöntemi abilerimiz Meserret Kahvesi‘nde buluşarak yaparlarmış.
İşe giden muhabirin haberi aynı zamanda ajansın da bültenlerinde yer alırdı.
Ama o işe giden muhabirin yazımıyla
Tabii ki ajansın muhabirinin imzasıyla…
Bu ilişki bazen haber atlatma kaygusu da olurdu.
Mesela işe giden muhabir albümden bulduğu resimlerin en iyilerini kendisine ayırırdı.
İşte Polis muhabirliğini bu minvalde yapardık.
Sabah gazetesine geçtiğimde Spor Servisi’nde boşluk vardı.
Burada Altan Tanman ve Mustafa Bilim ile Sabah gazetesinin Spor sayfasını yapardık.
Polis Muhabirliğinde dayanışmayı bulamasak da spor muhabiri olarak da görevimizi yapmaya çalştık.
Basın toplantıları TSYD’nin lokalinde yapılır, maçı da İnönü veya Ali Sami Yen de izlerdik.
Güzel günlerdi.
Şimdi bu noktaya nereden geldim diye düşünüyorsunuz.
Son yıllarda spor dünyasına bakıyorum da renkli olmasından başka gazetelerin birbirinden farklı konumu yok.
Bir de Maç naklen yayınlarındaki yayıncı kuruluşda yapılan açıklamaları haberleştiriyor.
Hepsi TV başında oluyor.
Maçlar da TV başında izleniyor.
Maç yayınını 5-10 TL vererek evinin yakınında bir cafe’de izliyorlar.
Kulüp yöneticileri Maçlara “İNSANLAR MAÇA GELMİYOR” diye feryat ediyor.
Stadlar toprak ve kumlu sahalardan gerçekten yeşil sahalara dönüştü.
Modernleşti
Ulaşım kolaylaştı.
Ama maliyetler cafelerde 5-10 tl olunca Stada gitmek pahalı geliyor.
En ucuz maç bileti 50 TL
Bir de ulaşımı koyun üstüne
Kıyas kabul etmez hale geliyor.
Kulüpler batakta, borçları boylarını aşmış…
Hepsi raiting peşinde…
Futbol sektörünün as oyuncuları Federasyon yöneticileri ise günü kurtarmak peşinde.
Futbol takımlarının listesinde 14 yerli 14 yabancı bulunabiliyor.
Kime faydası var bilmiyorum.
Savunmasında denilen hiç bir şey olmadı.
Başakşehir Futbol takımı buna rağmen 8-9 yerli futbolcu ile maça çıkıyor.
Ve lider.
Onları başta hocaları olmak üzere kutluyorum.
Akhisar maçında bir gol bir asist yapan genç yetenek Cengiz Ünder‘i ayrıca kutluyorum.
Avrupa’nın genç yetenekleri listesinde ilk on listesine girmiş.
Cuma günü Galatasaray’a karşı liderliğini korumaya çalışacak.
Liği birinci bitirmesini gönülden istiyorum.
Belki o zaman diğer kulüpler yaptıkları hataları anlar ve Başakşehir’i örnek alırlar.
Maçların izlenmemesindeki bir başka sebeb de Nesil değişti. Beğeniler ve tercihler farklılaştı. Yönetenler bunun farkına varamadı.
Taraftarlık uğruna yanlış şeyler yapmak ve yanlışlar üzerine bina inşa emek kimseye fayda sağlamaz.
İşte görmediğimiz gerçeklerden bazıları bunlar.