. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Monthly archive

Ekim 2016

Görmediğiniz gerçekler

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Ben mesleğe yani gazeteciliğe “polİs muhabiri” olarak başladım. Önce Musahhih olmuştum ama

“GAZETECİLİĞİN EN YÜCE MAKAMI MUHABİRLİKTİR”

Ne “GENEL YAYIN YÖNETMENLİĞİ” ne de “HABER MÜDÜRLÜĞÜMUHABİRLİK kadar renkli ve zevkli değildir.

Hele hele bizim zamanımızda…

Muhabir bir işe gider, orada gördükleri ve öğrendikleri ertesi gün gazetede çıkacak haberin tek kaynağıdır.

Gazetelerdeki haberler onun için muhabirin imzası ile yayınlanır.

O hadiseyi gazeteye aktaran muhabirin görüşü ve değerlendirmesidir.

Başka iletişim aracı yok.

Twitter veya başka kanallar da yok.

70’li yıllarda sadece Anadolu Ajansı ve  Türk Haberler Ajansı vardı.

Devlet ajansı daha çok siyasi ve Ankara kaynaklı haberleri verirdi.

Türk Haberler Ajansı Kadri Kayabal’ın liderliğinde onunla yarışmak isterdi.

Orada Niyazi Dalyancı, Hasan Yılmaer gibi abilerimiz vardı.

Ajansların da Polis muhabirleri vardı.

Ama

Sabah saat 7’de Ceraim raporunu aldığımızda oradaki olayları aramızda paylaşırdık. Biri Sarıyer’e giderken bir diğeri Çekmece’ye giderdi. Biri Kadıköy’e diğeri Kartal’a…

Sonra  Sansaryan Han’ın (O yıllardaki İstanbul Emniyet Müdürlüğü) basın odasında buluşur ve birbirimizle haberleri paylaşırdık.

Bir muhabir bir habere gider ama 3 veya 4 habere sahip olurdu.

Ayni yöntemi abilerimiz Meserret Kahvesi‘nde buluşarak yaparlarmış.

İşe giden muhabirin haberi aynı zamanda ajansın da bültenlerinde yer alırdı.

Ama o işe giden muhabirin yazımıyla

Tabii ki ajansın muhabirinin imzasıyla…

Bu ilişki bazen haber atlatma kaygusu da olurdu.

Mesela işe giden muhabir albümden bulduğu resimlerin en iyilerini kendisine ayırırdı.

İşte Polis muhabirliğini bu minvalde yapardık.

Sabah gazetesine geçtiğimde Spor Servisi’nde boşluk vardı.

Burada Altan Tanman ve Mustafa Bilim ile Sabah gazetesinin Spor sayfasını yapardık.

Polis Muhabirliğinde dayanışmayı bulamasak da spor muhabiri olarak da görevimizi yapmaya çalştık.

Basın toplantıları TSYD’nin lokalinde yapılır, maçı da İnönü veya Ali Sami Yen de izlerdik.

Güzel günlerdi.

Şimdi bu noktaya nereden geldim diye düşünüyorsunuz.

Son yıllarda spor dünyasına bakıyorum da renkli olmasından başka gazetelerin birbirinden farklı konumu yok.

Bir de Maç naklen yayınlarındaki yayıncı kuruluşda yapılan açıklamaları haberleştiriyor.

Hepsi TV başında oluyor.

Maçlar da TV başında izleniyor.

Maç yayınını 5-10 TL vererek evinin yakınında bir cafe’de izliyorlar.

Kulüp yöneticileri Maçlara “İNSANLAR MAÇA GELMİYOR” diye feryat ediyor.

Stadlar toprak ve kumlu sahalardan gerçekten yeşil sahalara dönüştü.

Modernleşti

Ulaşım kolaylaştı.

Ama maliyetler cafelerde 5-10 tl olunca  Stada gitmek pahalı geliyor.

En ucuz maç bileti 50 TL

Bir de ulaşımı koyun üstüne

Kıyas kabul etmez hale geliyor.

Kulüpler batakta, borçları boylarını aşmış…

Hepsi raiting peşinde…

Futbol sektörünün as oyuncuları Federasyon yöneticileri ise günü kurtarmak peşinde.

Futbol takımlarının listesinde 14 yerli 14 yabancı bulunabiliyor.

Kime faydası var bilmiyorum.

Savunmasında denilen hiç bir şey olmadı.

Başakşehir Futbol takımı buna rağmen 8-9 yerli futbolcu ile maça çıkıyor.

Ve lider.

Onları başta hocaları olmak üzere kutluyorum.

Akhisar maçında  bir gol bir asist yapan genç yetenek Cengiz Ünder‘i ayrıca kutluyorum.

Avrupa’nın genç yetenekleri listesinde ilk on listesine girmiş.

Cuma günü Galatasaray’a karşı liderliğini korumaya çalışacak.

Liği birinci bitirmesini gönülden istiyorum.

Belki o zaman diğer kulüpler yaptıkları hataları anlar ve Başakşehir’i örnek alırlar.

Maçların izlenmemesindeki bir başka sebeb de Nesil değişti. Beğeniler ve tercihler farklılaştı. Yönetenler bunun farkına varamadı.

Taraftarlık uğruna yanlış şeyler yapmak ve yanlışlar üzerine bina inşa emek kimseye fayda sağlamaz.

İşte görmediğimiz gerçeklerden bazıları bunlar.

 

 

Cumhurbaşkanı SIKI KORUNMALIDIR

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Son yazımla ilgili arkadaşlarım, dostlarım ve okuyuculardan eleştiri aldım.

Ortak nokta “BAŞLIĞIN YAZIYI AÇIKALAMADI” şeklinde idi.

Ben o başlıkla Mursi ve Sisi örneğine atıfta bulunmuştum.

Ama

Asıl yazının özü ABD’nin Allende operasyonuydu.

Kısaca hatırlarsak

ABD Başkanı Watergate skandalının kahramanı  Richard Nixon Güney Amerika’da  Salvador Allende seçimle iş başına gelince kuduruyor.

İstemedikleri ve istemeyecekleri biri demokrasinin belirleyicisi olan sandık yoluyla iktidara gelmişti.

Allende’nin suçu da “SOLCU” olmasıydı.

Küba’da zaten 60’lı yıllara damgasını vurmuş bir Fidel Castro meselesi vardı.

Yan taraftaki Komünist Castro zaten ABD’ye kafa tutuyordu.

Bir de Güney de  İkinci Castro örneğine izin verilemezdi.

Bunun arkası gelir yeni yeni komünist alanlar oluşurdu.

Bunun için 10 milyar dolar bütçe ile Nixon, meşhur Henry Kissinger’i görevlendirdi.

3 yılın sonunda Salvador Allende iktidardan uzaklaştırıldı.

Yerine Allende‘nin genelkurmay başkanlığına atadığı Pinochet getirildi.

Pinochet darbe yapmıştı.

Yıllarca Şili’yi yönetti.

Tabii ABD menfaatlerine uygun olarak…

Bu örneği anlattım ve  Mısır’da seçimle işbaşına gelen demokrasinin ürünü Mursi‘ye onun atadığı genelkurmay başkanı  Sisi darbe yaptı.

Mursi idamla yargılanıyor.

Hala sağ ama demir parmaklıklar ardında

Şili örneğinde olduğu gibi Sisi darbeci olarak Pinochet‘in yolunda

Bunu hatırlamak için o başlığı atmıştım.

Hatırlatmak istedim.

Şimdi gelelim neden?

Neden bunları yazdım?

60 darbesinden beri Türkiye ABD’nin istediği gibi yönetildi.

Seçimle işbaşına gelen siyasetçiler de yüzünü oraya çeviriyor, sorun çıkmıyor.

2002 seçimlerine gelindiğinde Türkiye dibe vurmuştu.

Kimseye kafa tutacak, dayatacak, hatta fikrini söyleyebilecek hali bile yoktu.

Clinton’un önünde tahtaya cezaya kaldırılmış öğrenci gibi duran Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit resmi hala hafızalarda…

Yeni döneme Recep Tayyip Erdoğan ile giren ABD, eski siyasetçiler gibi Erdoğan’ı da kullanabileceğini düşündü.

BOB  Eş Başkanı seçtiklerini unutmayın.

Türkiye’deki dinamik güçleri (Fetö dahil)  Ak Parti’yi destekleme mesajı verdi.

Ta ki

Erdoğan’ı eski siyasetçiler gibi kullanamayacaklarını anladıkları an’a kadar.

Ne zaman ki Erdoğan’ı Başkaldırdı. (Bunun fitili Davos’taki toplantıdır)  artık dinamik güçleriyle Erdoğan’ı etkisiz hale getirmeye çalıştılar.

Önce ameliyat masasında öldürmeye kalktılar.

Sonra MİT üzerinden saldırı, ardından 17-25 Aralık.

Bütün bunların arasında minik saldırıları saymıyorum.

Nihayet 15 Temmuz gecesi.

Deniz’i Kara’sı uçağıyla planlar iyi yapılmıştı.

Erdoğan Marmaris’te bulunacak ve  rehin alınacaktı.

Tıpkı Genelkurmay Başkanı’nın rehin alınması gibi

Rabbim izin vermedi.

Minnacık alanda Erdoğan’ı yakalayamadılar.

Saniyelerle kurtuldu.

Bandırma üzerinde Erdoğan’ın uçağını vurmak için kurdukları tuzak da işe yaramadı.

Bundan sonra dinamik güçler için tek bir hedef kaldı.

ERDOĞAN’I ÖLDÜRMEK

Bu Turgut Özal’ın başına geldiği gibi zehirleyerek mi olur, yoksa  resmen suikast mi olur bilemem.

Ama;

Cumhurbaşkanı Erdoğan sıkı korunmalıdır.

Padişahlar için tutulan çeşnicibaşılar onun için de tutulmalıdır.

Düşmanın hele hele Musul meselesinde “ARAZİDE DE OLACAĞIZ MASADA DA” sözünden sonra gözünü kan bürüdüğünü düşünüyorum.

ABD’nin sahada kullanmaya çalıştığı PYD’nin vurulması da onlar adına kantarın topuzunu kaçırdı.

Onun için diyorum ki;

“CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN ÇOK SIKI KORUNMALIDIR.”

 

Allendeyi tanırmısınız ? ya da Sisi’yi

Yazılar içinde tarafından yazıldı

 

Bugün size tekrarlanan Siyonist oyunlarından bahsedeceğim.

İran meselesini unutmuş değilim.

Hadi oradan başlayalım.

Uzun yıllar ABD’nin güdümünde Şah Rıza tarafından (Babası ve kendisi) yönetilen Pers imparatorluğu son Başbakanı Şahpur Bahtiyar‘ın itiraf ettiği gibi geri dönülmez yoldadır.

Kısa başbakanlığı döneminde Bahtiyar ABD ile ilişkileri uzlaşmacı bir tavır takınarak, taviz vererek, “Ben sizdenim. daha ne istiyorsunuz?” diyerek ABD’nin gazını almaya çalıştı.

ABD uzun yıllar beslettiği Humeyni‘ye kucak açan Fransa‘ya da sözler vermişti.

Şah gidecek yerine Humeyni gelecekti.

Bunun için İran’daki dinamik ABD güçleriyle İran komünistleri ve Humeyni taraftarlarını bir araya getirdi ve  Şah Rıza Pehlevi’nin eşi ve çocuklarıyle ülkeyi terketmesiyle ilk aşama tamamalandı.

Humeyni 1 Şubat 1979′ da hafızalara kazınan o dönüşle  artık sahanedeydi..

Kaderin cilvesi Şah eşi ve çocuklarıyla  uçakla önce Mısır’a sonra gitti.

Ünlü gazeteci Abdi İpekçi aynı tarihte öldürüldü.

Bilinenlerin aksine neden öldürüldü? sorusunun cevabı bana göre yok.

Şu kadar ip ucu vereyim.

Abdi İpekçi o gün ertesi günkü gazetede İran‘ı yazmıştı.

Yayınlanamayan o yazıda neler diyor du ki infaz emri verildi

Bunun sorgulanması lazım.

O günden bu yana görünenin aksine İran ABD’nin gizli müttefikidir.

İrandaki mollalar her seferinde ABD ve İsrail’i hedef gösterseler de  gizli gizli ilişkileri sürdürmüşlerdir.

Şu kadarını düşünün

ABD öncülüğündeki uluslararası toplum  İran’ın nükleer bomba yapmaya çalıştığı iddiasıyla yıllarca oyun oynamadılar mı?

İran Atom Bombası yapmasını engelleyebildiler mi?

Pakistan gibi bir ülkeyi de atom bombası yapan ülke konumuna getiren ABD planlarının hedefi aslında İran da da aynı senaryoyu oynatmaktı.

Başardılar.

İran’ın el konulan hesapları, konulan yasaklar ve diğerleri artık hiç bir anlam ifade etmiyor.

Hesapları blokajdan kurtuldu. Nükleer çalışmaları tamamlandı.

Daha ne istesinler

Ronald Reagan‘ın başkanlığı sırasında bazı komünist öğrencilerin elçilik mensuplarını rehin aldığı ve 70 günden gazla süren olayın üzerindeki sır perdesi de kalkmış değil.

Bugün ortadoğuda herkese saldıran, Gazze’de çocuklara bile kan kusturan İsrail’in söylemlerin aksine İran’a saldırdığını hiç duydunuz mu?

PKK’nın İran kolu denilen Pejak’ın İran’a hiç zarar verdiğini duydunuz mu?

Duyamazsınız

Kamuflaj için PKK’nın İran ile de sorunları varmış gibi gösterilmesi ihtiyaçtı.

Bunu yaptılar.

35 yıldır onlarca canlarımıza.  milyarlarca dolarlarımıza mal olan PKK çatışmasının zerresi İran’la olmamıştır.

Şu an istihbarat kaynakları  İran’ın 40 bin askeriyle Irak ve Suriye’nin topraklarında cirit atarken DAEŞ’e karşı zerre çatışması olmamıştır.

DAEŞ’ de ona saldırmamaktadır.

Tıpkı İsrail’in saldırmadığı gibi.

Neden?

Siyonist plan bölgede Şii ve Sünni bölgeler diye ayrışmaya gitmek ve bölgede yeni haritalar gerçekleştirmek istemektedir.

Bunun Şii tarafını İran koordine etmektedir.

Onun için “TÜRKİYE IRAK VE SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNÜ ” savunup bunu deklare edince film kopmaktadır.

Fırat kalkanı Harekatı bu planların çöpe atılması, en azından Türkiyesiz bölgede operasyon yapılamayacağını göstermektedir.

Dış görüntüyle iç planlar farklı olunca  onların uydusu olmayan, dediklerini yapmayan, milli menfaatleri savunan Recep Tayyip Erdoğan hedefe konulmaktadır.

ABD’den Avrupa’dan tüm Haç’lı ortakları Erdoğan’a saldırmaktadır.

Süresi bir kaç ay sonra sona erecek olan Obama ” ERDOĞAN SEÇİM KAZANIYOR AMA HER ŞEY DE SEÇİM DEĞİL Kİ” sözünü unutmayın.

Hedefe Cumhurbaşkanımızı koymalarının sebebi bu;

“O giderse sanki başarabiliriz” diye düşünebiliyorlar.

15 Temmuz gecesi bunu dört koldan denediler.

Rabbim korudu.

Bunların hepsini biliyorsunuz.

Demokrasiden bahseden bir ülkenin böyle bir tavrı olabilir mi diye düşünmeyin.

Olur.

Bu ilk plan da değildir.

Salvador Allende diye biri var.

Şili de seçim kazandı ve iktidara geldi.

Wikipedia Allende için şunları yazıyor.

“Salvador Allende Gossens (d. 26 Haziran 1908, Valparaíso, Şili – ö. 11 Eylül 1973, Santiago, Şili), Şilili devlet adamı ve Batılı devletlerde serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanıdır.Ne var ki işçi sınıfının egemenliğinde bir cumhuriyet kurma amacını gerçekleştiremedi. Göreve başladıktan üç yıl sonra askerler, onun başkanlığını sürdürdüğü sosyalist iktidarı bir darbe ile ortadan kaldırdı.

1973 Ağustos´unun sonunda Allende tarafından silahlı kuvvetlerin başkomutanlığına getirilen General Augusto Pinochet ülkenin karışık durumundan yararlanarak 11 Eylül 1973 tarihinde bir darbe girişiminde bulundu. Bunu yaparken CIA‘in yoğun desteğini gördü. Bu durum, batılı devletlerde serbest seçimlerle iktidara gelen marksist bir devlet başkanına yapılan tek antikomünist darbedir.

Başkanlık Sarayı’na yapılan saldırılar sırasında teslim olması çağrısı yapıldı, fakat o askerlere teslim olmayı reddetti ve intihar etti. Kısa bir süre sonra, darbeciler, Allende’nin intihar ettiğini duyurdu. Resmi duyuruda otomatik tüfek ile intihar ettiğini ilan etti. Ölümünden önce, Fidel Castro’nun kendisine hediye ettiği ve elinde tuttuğu AK-47 marka silah birkaç kez fotoğraflanmıştı. Allende, bu silahla ölü bulundu. 2004’teki Guzmán belgeseline göre, Allende bir tabanca ve bir tüfekle kendini vurmuştur. Ölümünden sonra Pinochet anayasayı geçersiz kılarak askeri bir diktatörlük kurdu.”

Ne olduğunu size söyleyeyim.

Watergate skandalıyla istifa etmek zorunda kalan ABD başkanı Richard Nixon 10 milyar dolar bütçeyle  Allende’yi devirme programı yaptı.

CIA’nın yönettiği programın beyni  Henri Kissinger di.

3 yıllık iktidarın sonunda devirilen Allende‘nin yerine onun atadığı Silahlı kuvvetler Başkomutanlığına getirilen Pineochet’i getirdiler.

Tıpkı Mısır’da Mursi’nin atadığı Genelkurmay Başkanı Sisi‘nin  darbe yaparak işbaşına gelmesi ve ABD’den destek görmesi gibi Pinochet de desteklendi.

Bu resimlere bakarak 15 Temmuz’un başarılı olması halinde nasıl bir dünya planlandığını görebilirsiniz.

Son sözüm şu;

Müslüman uyanık olmak zorunda

Bu toprakları bize çok görüyorlar.

Dünkü gibi uydu siyasetçilerle bu toprakları biz sömürelim, biz yönetelim istiyorlar.

Hesapları bu

Herkesin hesabı var.

Unuttukları ise Allahın da bir hesabı olduğu…

Fiemanillah (Allaha emanet olun)

yukarı git