. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Category archive

Günün İçinden

DÜNYA SU GÜNÜ için…

Günün İçinden içinde tarafından yazıldı

İlk kez 1992’de  Türkiye’den Süleyman Demirel’in de katıldığı  ve Türkiye’nin en yüksek düzeyde temsil edildiği Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda önerilen Dünya Su Günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi. Bu tarihte Cumhurbaşkanı olan merhum Turgut Özal “zaman gelecek bir galon su bir galon petrole eş değerde olacak” demişti. Geçen sene yaşadığımız petrol krizinde 14 dolara kadar düşen petrolün varili gerçekten bir galon su’dan daha ucuz kalmıştı.

Suyun israf edilememesi ve halkın toplumların bilinçlendirilmesini amaçlayan Dünya Su Günü maalesef toplum tarafından gerekli ilgiyi görmedi.

İnsanımız yine, traş olurken, diş fırçalarken açık çeşme modelinden vazgeçmedi.

 

En büyük sorunlarımızdan biri olan israf özellikle Türk insanı için maalesef hiç önemsenmeyen ve geleceğimizi karartan bir büyük proplemimiz olarak önümüzde duruyor.

 

Dünyadaki toplam su miktarı 1400 milyon km3. Bu suyun % 97,5.i denizlerde ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmakta… Geriye kalan yalnızca % 2,5.i tatlı su kaynağı olup çeşitli amaçlar için kullanılabilir olduğu belirlenmiş.  Küçük bir orana sahip olan tatlı suyun %68,7’si buzullarda, yüzde 30,1’i yeraltı sularında, %0,8’i tiyal (devamlı donmuş haldeki toprakaltı tabakası) tabakasında ve sadece %0,4’ü yüzey sularında ve atmosferde bulunmaktadır.

Yüzey sularında ve atmosferde bulunan su miktarı; sulak alanlarda, nehirlerde, bitkilerde, hayvanlarda ve toprakta nem olarak depolanmaktadır. Hesaplamalar ışığında dünya üzerinde toplam tatlı su miktarının sadece 35,2 milyon km3 söylenebilir.

 

Hala israfa devam ediyor, hala suya gerektiği önemi ve özelliği vermiyoruz.

 

UNICEF’e göre 2017 yılı itibari ile 2,1 milyar insan temiz içme suyundan, bunun yaklaşık iki katı sayıda insan ise günlük hijyen imkanından yoksun. Herkesin üzerinde uzlaştığı bu konunun çözümü konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden ilki su tekelleri ve su tekellerinin yönlendirdiği Dünya Bankası, Dünya Su Konseyi, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlarının savunduğu tezdir. Bu kuruluşların ana politikası farklı modellerle tarif edilse de suya ulaşımda ve su yatırımlarında özel sektörün payını arttıran, suyun sınırlı bir kaynak olduğu ve bu yüzden suya ulaşımın paralı olması gerektiğini savunan iddialar üzerine kurgulanmıştır. Bu su tekelleri; Nestle, Veolia, Thames Water gibi senelik milyarlarca dolar kazançları olan firmalardır.

Toplumumuzun çeşme suyunu kullanmak, içeceği suyu arıtmak tercihi yerine paket damacanalarla su satın alması Bu gibi sudan para kazanan firmaların ekmeğine kaymak sürmektedir.

 

Nestle’nin Türkiye’de artezyenden çıkardığı suyu, biraz yumuşatarak  doğal kaynak suyu diye sattığını yakınen bilirken insanımıza hiç değilse bu çok uluslu şirketlerin ürünlerini almamalarını öneririm.

Su yokluğu özellikle Çok uluslu şirketler ile emperyal emelleri olan devletler, kişi ve kurumlar nezdinde aynı zamanda istismar vesilesidir.

Afrika’daki su ve tuvalet yoksunluğuna dikkat çeken Bill Gates gibi “yardımseverler” ise tuvaleti olmayanlar için ucuz tuvalet tasarımları gibi sorunu bağlamından koparan göz boyayıcı faaliyetlerle gerçek sorunların üstünü örtmektedir.  Diğer tarafta ise temiz suya ulaşımının bir hak olduğunu savunan ve suyun kesinlikle bir meta olarak görülmemesini talep eden bir kesim bulunmaktadır.

 

Dünya’da 2 milyara yakın Müslüman var. İslama göre su bir değerdir, nimettir ve ticaret metaı olamaz. Yerel yönetimler halkına erişilebilir rakamda veya ücretsiz su temin etmek zorundadır.

Bunu da bir kenara yazın…

 

Küresel su sorununa karşı su kaynaklarımızın iyi yönetimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak en öncelikli görevimiz. Gelecekte oluşabilecek risklere karşı bugünden önlemimizi alalım, suyumuzu verimli kullanalım.

Japonya’da lavabo’dan akan suyu bir hortum vasıtasıyle rezervuar’a transfer eden bir proje görmüştüm.

Başlıca yapabileceğimiz tasarruflar da şöyle olabilir.

  • Ekonomik musluk başlığı kullanarak ciddi bir şekilde su tasarrufu yapabiliriz.
  • Diş fırçalarken ya da tıraş olurken musluğun kapalı olmasına özen göstermeliyiz.
  • Duş yaparken sıcak su musluğunu açtığımızda gelen ilk soğuk suyu tekrar geri sisteme veren vana yapıları kullanılabilir.
  • Arabalarımızı kendimiz yıkamaktan vazgeçmeliyiz.
  • Bahçe sularken suyu çok dikkatli kullanmamız şart.
  • Sifon haznesine 1 litrelik pet şişe koymak da oldukça önemli. Böylelikle her seferinde 15 litre suyun gitmesine engel olabiliriz.

 

Dünya Su Günü kutlu olsun!

 

**************************

İstanbul’un su sorunu

Kuraklık ve mevsim normallerinin altındaki yağışlar İstanbul’un barajlarını yüzde 20 seviyelerine düşürmüştü. Sonra yağan kar ve yağmurlarla doluluk arttı. Ama tehlike geçti mi?

Hayır

Uluslararası istatistik kuruluşları kişi başı günlük harcanacak su miktarının 25 litre olmasını tavsiye ediyor. Halbuki İstanbul’da kişi başı düşen su miktarı 185 litre ile 220 litre arasında değişiyor.

İstanbul yüzeysel su kaynakları ile beslenen bir şehir. Yağışlı mevsimlerde gelen sular baraj ve regülatörlerde toplanarak gerekli arıtma işlemlerinden sonra şehre veriliyor. Tabii nüfusun artması ve coğrafi olarak hizmet alanının genişlemesi sebebiyle şehir artık su anlamında kapasitesini neredeyse aşmış durumda.

Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı yılda 8 bin metreküp imiş…Bugün bu rakamın sadece günlük 2 milyon ikiyüz bin  metreküp olması bizi kendimize getirmeli.

İstanbula su sağlayan barajların yanında ıstrancalar’dan, yetmedi Bolu’daki Melen çayından su taşımak gibi pansuman tedbirler halkı yeterli bilinçlendiremediğimiz için işe yaramadı. Bundan sonrası için de toplum bilinçlenmediği sürece, su tasarrufuna dikkat etmediği sürece, hele hele İstanbul nüfusu bu hızla artmaya devam ederse Fizan’dan su getirseniz soruna çare bulmak zordur.

 

Mehmet Akif Ersoy için rahmetle…

Günün İçinden içinde tarafından yazıldı

İstiklal Marşı’mızın TBMM birinci meclisinde kabul edilişinin sene-i devriyesinde vatan şairi Mehmet Akif Ersoy çeşitli yönleriyle ele alınıyor.

Herkes kendine göre;

Ya Mehmet Akif’in kişiliği,

Ya da İstiklal Marşı’nın Meclis’te kabulü üzerinden çeşitli anekdotlarla olayla bağını kurmaya çalışıyor.

Kimse daha önce içinde olduğu ittihat ve terakki partisi içindeki uyuşmazlıklardan, Akif’in oradan ayrılma gerekçelerinden, Mustafa Kemal ile  bile neden fikir ayrılığına düştüğünden bahseden yok.

Akif’i vatanından uzaklarda Mısır’da fakir ve zillet içinde yaşamaya mecbur eden gerekçeler nelerdi?

Bunları da araştıran yok.

Bir İstanbul beyefendisi olarak doğan, büyüyen, babasının rahle-i tedrisinde çok iyi yetişen Mehmet Akif Ersoy, vatana kurulan tuzakların farkında olarak mutlaka bişeyler yapılması, bunun da mutlaka hemen yapılmasına olan inancı dolayısıyle umud ettiği her kapıyı çalmış bir Türk vatan evladı…

İttihat Terakki’ya katılmasını da ayrılmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerektir.

Birinci dönem ilk mecliste milletvekili adayı gösterilen ve seçilen Akif, neden ikinci dönemde birinci dönemden bir çok milletvekili olmasına rağmen  dışlanmıştır?

Kur’an-ı Kerim’in “Asrın idrakince İslamı söyletmeye yarayacak” çalışmalara başlaması teşvik edilirken, Neden daha sonra  Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından  Elmalılı Hamdi Yazır ve Rifat Börekçi sahneye çıkarılmıştır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları onu hicrete yollamak, veya hicrete mecbur etmek için neler yapmışlardır?

Veya soruyu şöyle soralım.

Mustafa Kemal ve arkadaşları İstiklal Marşı birinci Meclis’te ayakta alkışlanır ve kabul edilirken, bu marşın yazarını neden hicret etmek zorunda kalacak pozisyona sokmuş veya İstiklal Marşı şairinin çok sevdiği vatanından uzaklaşmasına neden göz yummuşlardır?

Aslında bütün bunlar  akademik çalışmalara konu olabilecek başlı başına bağımsız konulardır.

Gerçek tarihimiz yazıldığında bu gerçekleri görme, bilme ve duyma şansımız olacaktır.

Sırtında hırkası yokken verilen ikramiyeyi kabul etmeyen o yüce insanı daha iyi anlayabilmek için bana göre; SAFAHAT’taki ASIM’a bakmak gerektir.

Mehmet Akif burada biraz da kendinden rivayetle hayalindeki Türk gençliğini resmetmişti.

Mehmet Akif İlim ve fenden uzaklaşmayan, mütedeyyin, dini ilimlerle de mücehhez bir Türk nesli hayali içindeydi.

Bunun için tek kanatlı eğitimi reddetmişti.

Akif, Türk insanının çok çalışmasını arzu etmişti.

Çalışkan, ilim ve fenni tahsil etmede mahir, İslami ilimlere de vakıf adaletli bir gençlik onun hayali

Bugün onu anlamak için ASIM bölümünü bir başka dikkat ve ferasetle okumak gerektir. Diye düşünüyorum.

Daha iyisi gerçek tarih yazıldığında…

 

 

ABD ile savaşımız bitmez.

Günün İçinden içinde tarafından yazıldı

Gara’da sadece çılgın Türklerin yapabileceği bir operasyonla ortalama 5 yıldır esir tutulan değerli asker, İstihbarata elemanı ve yetişmiş kadrolarımız içinden seçilip kaçırılmış şahsiyetlerdi.

Kahpece başlarına kurşun sıkılarak şehit edilen  isimleri şöyle;

Erhan Pekçetin, Aydın Günel, Sedat Yabalak, Vedat Kaya, Semih Özbey, Hüseyin Sarı, Mevlüt Kahveci, Sedat Vardar, Ümit Gıcır, Adil Kavaklı, Müslüm Altuntaş, Sedat Sorgun, Süleyman Sungur.

2 Ekim 2015 tarihinde Ağrı’daki birliğine katılmak için yola çıkan er Adil Kabaklı
24 Temmuz 2016’da Lice’de alıkonulan Vedat Kaya
15 Temmuz’da alıkonulan Jandarma Er Süleyman Sungur
21 Eylül 2016’da Hakkari’de alıkonulan Uzman Erbaş Mevlüt Kahveci
2 Ekim 2015’te alıkonulan topçu er Müslim Altıntaş
Aydın Köse, Muhammet Salih Kanca

Ben onlara rabbimden rahmet diliyorum. Ama Şehitlik peygamberlikten sonraki en yüksek makamdır. O makama erdikleri için onların mutlu olduklarını düşünüyorum.

Her Türk şehitlik gibi bir makama erebilmek için dua eder.

Hazreti Ömer, Hazreti Ali gibi…

*****************

Gara meselesi üzerine kimin ne dediği veya diyeceği, nasıl tavır alacağını çok merak ettim.

Muhalefet, sözcüsü marifetiyle “Kahrolsun PKK” diyemedi.

Ama

Güzel bir teklif yaptı.

“Şehitlerimiz için 3 gün yas ilan edilsin.”

Bunu da alkışlıyorum.

Beni mutlu eden ve vicdanımı seslendiren siyasi ise MHP lideri Devlet Bahçeli oldu.

Bahçeli “PKK’nın sonu göründü” diye müjde verirken,” Gara üzerinden devleti ve orada yapılan operasyonu bahane ederek devleti karalamak  PKK’yı aklamak demektir. Bu dil terörist karayılanın dilidir.Türk devleti Gara’ da hata yapmamış, ihanete bedel ödetmiştir.”

Aynen benim düşüncelerim.

Gönül istiyor ki; istihbarat sızıntısı olmasa ve esirlerimiz sağ salim kurtarılabilseydi, operasyonun başarısı taçlanacaktı.

Meseleye gelince;

ABD ilk açıklamasına “eğer doğruysa” şerhini koymuştu.

Türkiye devleti büyükelçiyi bakanlığa çağırarak belgeleri ve videoları göstererek gerçekleri kafasına vura vura kabul ettirdi.

Ne oldu? diyebilirsiniz.

ABD, yeni açıklama yapmak zorunda kaldı.

Bu bile dünya üzerinde Türkiye’nin ABD’ye karşı zaferi olarak algılandı ve gazeteler buna göre manşetler attı.

Bundan sonra ne olacak?

Hiç merak etmeyin!

Savaşımız devam edecek.

Türkiye, ABD ile hele hele Biden’in ABD’siyle her sahada karşı karşıya gelecek ve bazen diplomatik bazen de stratejik savaşlar yapacağız.

Unutmayın!

Güneyimize 11 tane (Daha sonra bi daha ilave etti) mevzi inşa eden sonra da onları terkedip giden Trump ABD’sinden sonra, şimdi Biden’in ABD’si Yunanistan’în Türkiye’ye bakan bölgelerine yığınak yapıyor.

Zaten Doğu Akdeniz’de karşımıza başkaları çıkıyorsa da aslında ABD ile stratejik savaşıyoruz. Yunanistan’a yapılan askeri yığınakların nasıl bir saldırıya hizmet edeceğini biz bilmiyoıruz.

Ama inanıyorum devletim biliyor.

Beni tanıyanlar bilir. Daha önce de yazdım.

Bu savaş iyi ile kötünün, hak ile batılın savaşıdır.

Biden’in ABD’si yeniden İŞİD’i canlandıracak ve emellerine hizmet eder hale getirecektir.

Daha dün benzer bir provokasyon yaşandı. Üç tane füze atıldı Erbil’e… Bunlardan ikisi ABD üslerinin yakınına düştü.

Al sana ABD için sebeb

 

Asıl mesele başka

Günün İçinden/Makaleler içinde tarafından yazıldı

The economist

Adlı bir dergi var.

Rothschidler ailesinin

Belki yayın toplantısını yapmıyorlardır ama; orada  KAOS planlanıyor ve servis ediliyor.

Geçen Aralık ayındaki kapaklarından biri Dünya haritası daha doğrusu kürenin üzerine CLOSED yazmışlardı.

Tek olay bu değil.

2013 yılından beri yaptıkları her kapak ile belli mesajlar ve algı yönetimini hedefleyen, belli bir fikre hizmet eden yayınlardı. 

ABD’de kongre baskını oldu.

Baskını yapanlar güvenlik görevlileri önden kaçtı baskıncılar arkadan merdivenleri tırmandı.

CIA ve FBI gibi güçlü kurumlara sahip ABD’nin böyle bir baskını istihbar etmemiş olması düşünülemez.

Şimdi 50 eyalet için nokta atışlı ayaklanma raporları veren bu kurumlar Kongre’nin basıldığı gün hangi önemli iş üzerinde çalışıyorlardı ki; baskını öğrenemediler ve dahası engel olamadılar.

Trump ile birlikte ABD özelinde emperyal güçleri oluşturan ailelerin gizliden gizliye bir kavgaları vardı. Bu kavga direk birbirlerini hedef almasa da sinsice sürüyordu.

Twitter aracılığıyla önce Trump’ın dünyaya mesaj vermesini hesaplarını askıya alarak engellediler.

Ardından baskını azmettiren Trump’mış gibi bir algı operasyonuna başladılar.

20 Ocak’ta yapılan devir teslim töreninden önce Trump’ı azletmeye kararlılar.

Şimdi Trump’ın azil sürecini başlatan Kongre’deki hakim güçler, bundan sonrası için de hiç basit düşünmüyor. Her ne kadar  açıklamalarıyla ayaklanmayı desteklemediğini söylese de Trump’ı infaz edecekler bu kesin belli oldu.

Mesele sadece bir seçim olayı değildir.

Küreselcilerin 1932 yılından kalma kapanmamış hesapları var.

İşte Economist’in bu haftaki kapağı

“HESAPLAŞMA”

Kimin kimiyle hesaplaştığını anlamak için ipucu ise derginin şu ilk cümlesinde…

“Senato onu mahkum etmek için çok hızlı hareket etmelidir.”

Biçer döver tarlaya girdiği zaman  bir taraftan ekini biçer diğer taraftan saman balyası yapar bir diğer taraftan da buğdayları depolar.

Küresel güçler de öyle…

Uygulama alanı Çin’den başlattıkları Corona Virüs ile  dünyayı kaos kaplamasını sağladılar.

Dünya’da gözlerini diktikleri ne kadar değerli maden varsa IMF ve diğer kurumlar aracılığıyla ele geçirdiler.

Şimdi ekonomileri felç olmuş  ulus devletlere bir de aşı satacaklar.

Ayakta kalmaya çalışan ulus devletlere karşı yeni ve gizli bir savaş başlatarak dünya’da ulus devleri yoketmeye çalışacaklar. ve bir çoğunu da teslim alacaklar.

Dünya’daki insanları tek tip düşünen insanlar haline getirebilmek için yeni senaryolar uygulayacaklar.

Corona virüs 2016 dan beri planlanan bir KAOS planıydı. Biçer döver gibi dünyayı biçtiler.

Corona ile özdeşleşen Biçer döver’in kazanımları içinde hesaplarına göre tek eksik ölü sayısı…

Onlar daha fazla can kaybı, daha fazla itlaf ve 65 yaş üstü emekli taifesinin dünya’dan yokedilmesini hedeflemişlerdi.

Bu tutmadı.

Ben dünya nüfusunun azaltılması konusunda küresel güçlerin yeni operasyonlara start vereceğine inananlardanım.

Bakalım bekleyip göreceğiz.

TERÖR ÜZERİNE

Günün İçinden/Kafamı Bozan Şeyler/Makaleler/Yazılar içinde tarafından yazıldı

 

ankarada-on-binlerce-kisi-terore-lanet-yuruyusune-katildi

 

Kritik günler geçiriyoruz.
Önce Ankara Gar meydanındaki saldırı. ardından İstanbul Sultanahmet’teki turistlere yönelik saldırı ve çoğunluğu askeri personele karşı kurulan hain pusuyla Merasim sokak saldırısı…

Hepsi Türkiye Cumhuriyetini hedef alan terör faaliyetleridir.

Öncelikle;
Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık bağıyla bağlı herkes terörü lanetlemelidir.
İçimizdeki dışardan emir alan sözde aydınlar da akıllarını başlarına toplamalıdırlar.

Son Ankara saldırısı terör örgütlerinin (bir rivayete göre 10 adet) Ak Parti ve Türkiye Cumhuriyetine karşı birlikte hareket edecekleri açıklamasının ardından geldi.

Genç- ihtiyar, çoluk-çocuk, öğrenci-ev hanımı 37 canımızı aramızdan alan bu saldırıyı 3 yıldır anne babası tarafından reddedilmiş bir kandırılmış biçare kızın yaptığı bizzat İçişleri Bakanlığı’nın bülteniyle ilan edildi.

Kişiler önemli değil fikirler önemli…
Bakın
7 Haziran seçimlerinden sonra başlayan ve HDP ‘lilerin halkı sokağa çağırmasıyla devam eden teröre karşı kararlı tutum hala devam etmektedir.
Halkı tedirgin etmeden Diyarbakır Sur ilçesinin temizlenmesi bile zaman aldı. Şimdi operasyonların devamı Şırnak’ta ve Yüksekova’da sürdürülüyor.

Her Türk’ün Hükümetin devletin terörün kökünü kazımak için yaptığı bu çabaları kayıtsız şartsız desteklemesi Türk olmanın gereğidir.

İnşallah
Rabbimin yardımı ve inayetiyle Asker ve polisimiz terör ve uzantılarının kökünü kazıyacaktır. Buna inanıyorum.

Eğer
Hükümete eleştiri getirmek istiyorsanız;
-Neden buralarda çukurlar kazılırken müdahale etmediniz?
-Buralarda silah ve mühimmat depolanırken siz neredeydiniz?
-İstihbarat birimleriniz ne yapıyordu?
-Neden yerleşip gelişmelerine göz yumdunuz?
diyebilirsiniz.
Kapalı kapılar ardında ne gibi anlaşmalar yapıldı bilmiyoruz.
Ama
Şimdi gelinen nokta Türkiye Cumhuriyetinin teröre karşı kararlılığını göstermektedir.
Hiç değilse içimizdeki İrlandalıların bu gerçeği görüp, yapılanları desteklemesi gerekmezmi?

Elözet

Her Firavunun bir Musa’sı vardır, kıyamete kadar da olacaktır. iyi ile kötünün, hak ile batılın savaşı kıyamet kopmadan bitmeyecektir.
Millet olarak uyanık olmalı ve 100 yıl önce atalarımıza karşı kumpaslar kuran ve bir imparatorluğu itlaf eden ehli salibin bugün de işbaşında olduklarıdır.
Müttefik dediğimiz Amerikanın bile güvenilmeyecek, sırtımızı dayayamayacağımız, gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Daeş’ten PYD’ye PKK’ya tüm terör örgütleri 21. yüzyılın taşeronlarıdır. Kimin adına çalıştıkları ise o tablodan menfaati olan kişi ve kurumları akıllara getirmelidir.

Son sözüm şu;

Büyük fotoğrafı görmeden, olayları karşı cepheden değerlendirmeden ahkam kesmeye kalkmayın.

Berat Televizyonu, Abdurrahman Önül, Abdurrahman Pala

Günün İçinden/Videolar içinde tarafından yazıldı

Berat Televizyonu,Abdurrahman Önül,Abdurrahman Pala

IMF ile ilişki bitti mi ?

Günün İçinden/Makaleler içinde tarafından yazıldı

IMF ile ilişki bitti mi ?

1998 yılında Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde başlayan Türkiye –IMF ilişkileri nihayet sona geldi. Ecevit’in başbakanlığında dibe vuran ve kurtarıcı olarak getirilen Kemal Derviş ile geçen dönemin arkasından Ak Parti de hükümet olunca anlaşmanın devamında sakınca görmemişti ve 5 yılı aşan bir hükümet döneminde anlaşma aynen sürdü

.

Türkiye, IMF’yle yaptığı son stand-by anlaşmasını tamamladı, üç gözden geçirme birden IMF yönetiminden geçti ve yaklaşık 3.6 milyar dolarlık kredinin serbest bırakılma kararı alındı. Böylece, 1998’de başlayan 10 yıllık bir yakın markajdan sonra “IMF’siz dönem” başlamış oldu.
Bu 10 yılda ortalama yıllık yüzde 5’e yakın bir büyüme yaşanmakla beraber, bu büyümenin sosyal maliyeti ağır oldu. İşsizlik büyüdü, tarım çöktü, gelir dağılımı bozuldu, dış kaynağa bağımlılık ve varlıklarda yabancı egemenliği arttı.

AKP iktidarı, yeni bir anlaşmaya gitmemekle beraber, IMF ile fotoğraf vermekten uzak durmuyor. Çünkü hâlâ, dış kaynak girişine bağımlı ve borç verenlerin eninde sonunda IMF’nin sinyallerine bakarak musluk açıp kapayacakları açık. IMF ile fotoğraf vermenin avantajından mahrum kalmak istemeyen AKP iktidarı, yine de IMF’nin bağlayıcı kararlarını içeren bir anlaşmadan en az bir süre uzak kalmak, özellikle harcamalarda serbest kalmak istiyor.

IMF ile bir resmi anlaşma olmadığı için AKP iktidarı elini serbest sanıyor. Ama ekonominin görünmez elini ne kadar tersleyebilir, yaşayarak göreceğiz. Bu arada son niyet mektubunda hükümet, yine de ne olur ne olmaz diye, IMF’ye ileriye dönük sözler de verdi. Daha çok, da “duy da inanma” dedirtecek, mali disiplin konusunda gevşemeyeceğini belirten ama bağlayıcılığı olmayan sözlerdi.

Özetle, enflasyondaki yukarı hareketlenmeye rağmen, politik saiklerle mali disiplini gevşetme eğilimi ağır basıyor.

yukarı git