. . . . . GAZETECİ – YAZAR

Monthly archive

Mart 2021

DÜNYA SU GÜNÜ için…

Günün İçinden içinde tarafından yazıldı

İlk kez 1992’de  Türkiye’den Süleyman Demirel’in de katıldığı  ve Türkiye’nin en yüksek düzeyde temsil edildiği Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı‘nda önerilen Dünya Su Günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi. Bu tarihte Cumhurbaşkanı olan merhum Turgut Özal “zaman gelecek bir galon su bir galon petrole eş değerde olacak” demişti. Geçen sene yaşadığımız petrol krizinde 14 dolara kadar düşen petrolün varili gerçekten bir galon su’dan daha ucuz kalmıştı.

Suyun israf edilememesi ve halkın toplumların bilinçlendirilmesini amaçlayan Dünya Su Günü maalesef toplum tarafından gerekli ilgiyi görmedi.

İnsanımız yine, traş olurken, diş fırçalarken açık çeşme modelinden vazgeçmedi.

 

En büyük sorunlarımızdan biri olan israf özellikle Türk insanı için maalesef hiç önemsenmeyen ve geleceğimizi karartan bir büyük proplemimiz olarak önümüzde duruyor.

 

Dünyadaki toplam su miktarı 1400 milyon km3. Bu suyun % 97,5.i denizlerde ve okyanuslardaki tuzlu sulardan oluşmakta… Geriye kalan yalnızca % 2,5.i tatlı su kaynağı olup çeşitli amaçlar için kullanılabilir olduğu belirlenmiş.  Küçük bir orana sahip olan tatlı suyun %68,7’si buzullarda, yüzde 30,1’i yeraltı sularında, %0,8’i tiyal (devamlı donmuş haldeki toprakaltı tabakası) tabakasında ve sadece %0,4’ü yüzey sularında ve atmosferde bulunmaktadır.

Yüzey sularında ve atmosferde bulunan su miktarı; sulak alanlarda, nehirlerde, bitkilerde, hayvanlarda ve toprakta nem olarak depolanmaktadır. Hesaplamalar ışığında dünya üzerinde toplam tatlı su miktarının sadece 35,2 milyon km3 söylenebilir.

 

Hala israfa devam ediyor, hala suya gerektiği önemi ve özelliği vermiyoruz.

 

UNICEF’e göre 2017 yılı itibari ile 2,1 milyar insan temiz içme suyundan, bunun yaklaşık iki katı sayıda insan ise günlük hijyen imkanından yoksun. Herkesin üzerinde uzlaştığı bu konunun çözümü konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerden ilki su tekelleri ve su tekellerinin yönlendirdiği Dünya Bankası, Dünya Su Konseyi, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlarının savunduğu tezdir. Bu kuruluşların ana politikası farklı modellerle tarif edilse de suya ulaşımda ve su yatırımlarında özel sektörün payını arttıran, suyun sınırlı bir kaynak olduğu ve bu yüzden suya ulaşımın paralı olması gerektiğini savunan iddialar üzerine kurgulanmıştır. Bu su tekelleri; Nestle, Veolia, Thames Water gibi senelik milyarlarca dolar kazançları olan firmalardır.

Toplumumuzun çeşme suyunu kullanmak, içeceği suyu arıtmak tercihi yerine paket damacanalarla su satın alması Bu gibi sudan para kazanan firmaların ekmeğine kaymak sürmektedir.

 

Nestle’nin Türkiye’de artezyenden çıkardığı suyu, biraz yumuşatarak  doğal kaynak suyu diye sattığını yakınen bilirken insanımıza hiç değilse bu çok uluslu şirketlerin ürünlerini almamalarını öneririm.

Su yokluğu özellikle Çok uluslu şirketler ile emperyal emelleri olan devletler, kişi ve kurumlar nezdinde aynı zamanda istismar vesilesidir.

Afrika’daki su ve tuvalet yoksunluğuna dikkat çeken Bill Gates gibi “yardımseverler” ise tuvaleti olmayanlar için ucuz tuvalet tasarımları gibi sorunu bağlamından koparan göz boyayıcı faaliyetlerle gerçek sorunların üstünü örtmektedir.  Diğer tarafta ise temiz suya ulaşımının bir hak olduğunu savunan ve suyun kesinlikle bir meta olarak görülmemesini talep eden bir kesim bulunmaktadır.

 

Dünya’da 2 milyara yakın Müslüman var. İslama göre su bir değerdir, nimettir ve ticaret metaı olamaz. Yerel yönetimler halkına erişilebilir rakamda veya ücretsiz su temin etmek zorundadır.

Bunu da bir kenara yazın…

 

Küresel su sorununa karşı su kaynaklarımızın iyi yönetimini ve sürdürülebilirliğini sağlamak en öncelikli görevimiz. Gelecekte oluşabilecek risklere karşı bugünden önlemimizi alalım, suyumuzu verimli kullanalım.

Japonya’da lavabo’dan akan suyu bir hortum vasıtasıyle rezervuar’a transfer eden bir proje görmüştüm.

Başlıca yapabileceğimiz tasarruflar da şöyle olabilir.

  • Ekonomik musluk başlığı kullanarak ciddi bir şekilde su tasarrufu yapabiliriz.
  • Diş fırçalarken ya da tıraş olurken musluğun kapalı olmasına özen göstermeliyiz.
  • Duş yaparken sıcak su musluğunu açtığımızda gelen ilk soğuk suyu tekrar geri sisteme veren vana yapıları kullanılabilir.
  • Arabalarımızı kendimiz yıkamaktan vazgeçmeliyiz.
  • Bahçe sularken suyu çok dikkatli kullanmamız şart.
  • Sifon haznesine 1 litrelik pet şişe koymak da oldukça önemli. Böylelikle her seferinde 15 litre suyun gitmesine engel olabiliriz.

 

Dünya Su Günü kutlu olsun!

 

**************************

İstanbul’un su sorunu

Kuraklık ve mevsim normallerinin altındaki yağışlar İstanbul’un barajlarını yüzde 20 seviyelerine düşürmüştü. Sonra yağan kar ve yağmurlarla doluluk arttı. Ama tehlike geçti mi?

Hayır

Uluslararası istatistik kuruluşları kişi başı günlük harcanacak su miktarının 25 litre olmasını tavsiye ediyor. Halbuki İstanbul’da kişi başı düşen su miktarı 185 litre ile 220 litre arasında değişiyor.

İstanbul yüzeysel su kaynakları ile beslenen bir şehir. Yağışlı mevsimlerde gelen sular baraj ve regülatörlerde toplanarak gerekli arıtma işlemlerinden sonra şehre veriliyor. Tabii nüfusun artması ve coğrafi olarak hizmet alanının genişlemesi sebebiyle şehir artık su anlamında kapasitesini neredeyse aşmış durumda.

Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı yılda 8 bin metreküp imiş…Bugün bu rakamın sadece günlük 2 milyon ikiyüz bin  metreküp olması bizi kendimize getirmeli.

İstanbula su sağlayan barajların yanında ıstrancalar’dan, yetmedi Bolu’daki Melen çayından su taşımak gibi pansuman tedbirler halkı yeterli bilinçlendiremediğimiz için işe yaramadı. Bundan sonrası için de toplum bilinçlenmediği sürece, su tasarrufuna dikkat etmediği sürece, hele hele İstanbul nüfusu bu hızla artmaya devam ederse Fizan’dan su getirseniz soruna çare bulmak zordur.

 

Mehmet Akif Ersoy için rahmetle…

Günün İçinden içinde tarafından yazıldı

İstiklal Marşı’mızın TBMM birinci meclisinde kabul edilişinin sene-i devriyesinde vatan şairi Mehmet Akif Ersoy çeşitli yönleriyle ele alınıyor.

Herkes kendine göre;

Ya Mehmet Akif’in kişiliği,

Ya da İstiklal Marşı’nın Meclis’te kabulü üzerinden çeşitli anekdotlarla olayla bağını kurmaya çalışıyor.

Kimse daha önce içinde olduğu ittihat ve terakki partisi içindeki uyuşmazlıklardan, Akif’in oradan ayrılma gerekçelerinden, Mustafa Kemal ile  bile neden fikir ayrılığına düştüğünden bahseden yok.

Akif’i vatanından uzaklarda Mısır’da fakir ve zillet içinde yaşamaya mecbur eden gerekçeler nelerdi?

Bunları da araştıran yok.

Bir İstanbul beyefendisi olarak doğan, büyüyen, babasının rahle-i tedrisinde çok iyi yetişen Mehmet Akif Ersoy, vatana kurulan tuzakların farkında olarak mutlaka bişeyler yapılması, bunun da mutlaka hemen yapılmasına olan inancı dolayısıyle umud ettiği her kapıyı çalmış bir Türk vatan evladı…

İttihat Terakki’ya katılmasını da ayrılmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerektir.

Birinci dönem ilk mecliste milletvekili adayı gösterilen ve seçilen Akif, neden ikinci dönemde birinci dönemden bir çok milletvekili olmasına rağmen  dışlanmıştır?

Kur’an-ı Kerim’in “Asrın idrakince İslamı söyletmeye yarayacak” çalışmalara başlaması teşvik edilirken, Neden daha sonra  Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından  Elmalılı Hamdi Yazır ve Rifat Börekçi sahneye çıkarılmıştır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları onu hicrete yollamak, veya hicrete mecbur etmek için neler yapmışlardır?

Veya soruyu şöyle soralım.

Mustafa Kemal ve arkadaşları İstiklal Marşı birinci Meclis’te ayakta alkışlanır ve kabul edilirken, bu marşın yazarını neden hicret etmek zorunda kalacak pozisyona sokmuş veya İstiklal Marşı şairinin çok sevdiği vatanından uzaklaşmasına neden göz yummuşlardır?

Aslında bütün bunlar  akademik çalışmalara konu olabilecek başlı başına bağımsız konulardır.

Gerçek tarihimiz yazıldığında bu gerçekleri görme, bilme ve duyma şansımız olacaktır.

Sırtında hırkası yokken verilen ikramiyeyi kabul etmeyen o yüce insanı daha iyi anlayabilmek için bana göre; SAFAHAT’taki ASIM’a bakmak gerektir.

Mehmet Akif burada biraz da kendinden rivayetle hayalindeki Türk gençliğini resmetmişti.

Mehmet Akif İlim ve fenden uzaklaşmayan, mütedeyyin, dini ilimlerle de mücehhez bir Türk nesli hayali içindeydi.

Bunun için tek kanatlı eğitimi reddetmişti.

Akif, Türk insanının çok çalışmasını arzu etmişti.

Çalışkan, ilim ve fenni tahsil etmede mahir, İslami ilimlere de vakıf adaletli bir gençlik onun hayali

Bugün onu anlamak için ASIM bölümünü bir başka dikkat ve ferasetle okumak gerektir. Diye düşünüyorum.

Daha iyisi gerçek tarih yazıldığında…

 

 

Kuşatılmışlığa karşı tek vücut olmalıyız

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Türkiye her bir tarafından kuşatılmıştır.

Hak ile batılın savaşı, iyi ile kötü’nün mücadelesi bu…

Böyle de devam edecek.

Kimse bu fasid dairenin biteceğini, şekil değiştireceğini veya vazgeçeceklerini düşünmemelidir.

Biden başkan olduğu 20 Ocak’tan bu yana çok az görüşme yaptı. Önüne konulan kararnameleri imzaladı.

Bi de bişey söyledi.

AMERİKA GERİ DÖNDÜ

Bir çok kişinin farkında olmadığı bu cümle Türkiye için çok önemli.

Eşref Bitlis paşa hala çözülemeyen bir uçak kazasıyla şehit edilmişti.

Bitlis- Tatvan hattında düşen helikopter ile şehit edilen 11 vatan evladının şehadetinde de bit yeniği arıyorum ben…

Atlas Jet’in uçmasına izin verilmemesi gereken bir uçağıyla Nükleer fizikçilerimiz Engin Arık ve Fatma Şenel Boydağ ile 4 uzman fizikçimiz şehit edilmişti.

Uçmasına normal prosedür uygulansa izin verilmeyecek bir uçakta 5 tane pırlanta bilim insanımızı bizden aldılar.

O uçağa uçuş iznini de fetöcü olduğu sonradan belli olan birkaç hain vermişti.

Mogadişu baskınıyla, Türkiye’nin kontrol ettiği Cerablus’a füze atılmasının aynı zamana denk gelmesi tesadüf olamaz.

Emperyal güçler dört bir yandan saldırılarını sürdürüyor.

Bakın!

Bir yıldır ininden çıkmayan, hafta sonu düzenli ayinler için bile görünmeyen Emperyal güçlerin dini uzantısı Katolik papa Irak’ı ziyaret ediyor.

Bu ziyaret Türkiye’ye mesaj niteliğindedir.

Şii liderlerle bir araya gelen, görüşen, Sistani’nin de çok memnun olduğunu söylediği ziyaret aslında bölgeyi İslamın kuşatmasına karşı bir harekettir.

Bölgeyi Türkiye eliyle İslam şekillendirmesin diye müdahale ediyor Vatikan.

Siyonizm ile Papalık emellerini gerçekleştirmek, bölgenin islam tarafından kuşatılmasını engellemek istiyorlar.

Akil müslümanlar için bu mesele sürpriz olmamalı.. Vatikan’ın kurucuları Tapınak şövalyeleridir. Merkezi İsviçredir. Bugün ise Emperyal güçlerin emellerine Tapınak şövalyelerinin mantığıyla hizmet etmektedirler. Bugün de Ehl-i Sünnet müslümanların içine tapınak şövalyeleri mantığı ve kiniyle giren Şii’leri gündeme almak aslında İslam’a dolayısıyle Türkiye’ye karşı operasyonun parçasıdır. 

Türkiyeli herkes oyunu görmeli ve vatanını hiçbir bahane ve gerekçenin arkasına saklanmadan savunmalıdır.

Gün güçbirliği yapacağımız, dünyaya tek yumruk olduğumuzu göstereceğimiz gündür.

Unutmayın!

Vatan yoksa hiçbir şey yoktur.

yukarı git