Kur’anı doğru okumalı ve anlamalıyız”

Yazılar içinde tarafından yazıldı

Röportaj :ABDURRAHMAN PALA

“Dinimiz İslam’ın kaynağı kitap ve sünnettir. Kitap Allah kelamı Kur’an-ı Kerim günümüze kadar bir harfi bile değişmeden ulaşmıştır. Bunun değerini bilmeliyiz”

“Hadisler Kur’an ayetlerini açıklayan sözlerdir. Vahye muhatap olan kişi Peygamberimizdir. Aldığı vahyi bize aktarırken ayetleri yorumlamıştır . Kur’ansız Hadis olmaz.”

Son günlerde bazı TV kanallarında ve yazılı basında dini konularda farklı yorum ve değerlendirmeler yapılıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müftülere yaptığı konuşmada “Dinin güncelleştirilmesi” tezini ortaya atınca herkes farklı frekanslardan dini konularda ahkam keser oldu. Özellikle bazı tarikat ve cemaatler bu çağrıyı istismar ederek “Biz gerçek islamı yaşıyoruz” iddiasında…
Büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un
“Doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine göre söyletmeliyiz İslamı” dizeleriyle işaret edilen İslamı asrın idrakine göre yorumlamak konusunda ilahiyatçılar farklı görüşler ileri sürüyor. Aralarında bir çok konuda mutabakat da yok. Yorumlarıyla birbirlerinden ayrılan ilahiyatçılar nerede hata yapıyor? Yapmıyorsa gerçek ne?
Bu konuları Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Fıkıh Öğretim üyesi Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz ile konuştuk.

-Hocam Arz-ı hürmet ederim. Nasılsınız?

*Hamdolsun. Bugüne şükürler olsun

-Cumhurbaşkanının “Güncelleştirme” söyleminden sonra her kafadan bir ses çıkıyor. Bazıları “Asr-ı Saadet’i bugüne taşıyamayız” derken, bazıları yeni içtihatlar yapılmasını öneriyor. Bazıları da “İçtihat kapısı kapandı” diyor. Siz ce yenilenme nasıl ve nerede olacak ki dini güncelleştirmiş olacağız?

*Kurân Allah’ın kullarına gönderdiği bir mektuptur. Onu dikkatle okumak, anlamak, düşünmek ve gereğini yerine getirmek gerekir. Bu sebeple Kur’an’ı okurken anlamak çok büyük bir önem taşır.
Okumak, anlamak demektir. Kur’an okumak sadece kutsal kitabın sözlerini Arapça olarak okumak, kıraat usullerini öğrenmek ve metnini ezberlemek değildir. Okumak anlamayı kapsar. Hatta okumanın hedefi okunan şeyi anlamaktır. Anlaşılmayan bir metin okunmuş olmaz. Bir kimse, ben falan kitabı okudum, dediği zaman bu onu anladım ve istifade ettim anlamını ifade eder. Anlaşılmadan okunan bir metin okunmuş sayılmaz. Kur’an’da yenilenme olamaz. Fakat Kur’an’ın yorumlarının yenilenmesi gerekir ki İslam’ın mesajı bu topluma kolay yansısın. Cumhurbaşkanımızın söyledikleri, hepimizin derdi. Ama geçmiş alimlerin yaptığı gibi dini yeniden yorumlamak, günümüz ihtiyaçlarına göre çözümler üretmeliyiz.

-Yani

*Tefsir, hadis ve fıkıh metinlerini okumak, okunan metni anlamayı gerektirdiği gibi, bu metinlerin ortaya çıktığı zaman ve zemini, sosyal yapıyı da okumayı ve anlamayı gerektirir. Metinlerin bağlamını, hedef ve amacını anlamadan okumak, o metni anlamak için yeterli değildir. Bir kimse bir bilgiyi okuduğu zaman o bilginin dayandığı gerekçeleri, toplumun yapısını ve amacını da anlamalıdır. Değilse bu gerçekten okumak sayılmaz. Örneğin; bir tefsir kitabı okunduğu zaman bu kitaptaki bilgileri verenlerin Kur’an’dan ne anladıklarını, yaşadıkları toplumun dünya ve ahret hakkındaki kültürlerini de bilmemiz gerekir. Bunu bilirsek o zaman o ilmi anlamış oluruz.
Dinimiz İslam’ın kaynağı kitap ve sünnettir. Kitap Allah kelamı Kur’an-ı Kerim günümüze kadar bir harfi bile değişmeden ulaşmıştır. Bunun değerini bilmeliyiz.

-Tefsir alimleriyle, Kelam alimleri hatta Fıkıh alimleri Kur’andan farklı mesaj mı alıyorlar?

*Tefsir kaitaplarındaki bilgileri okuyanlar, tarihin belli bir döneminde yaşamış olan bazı âlimlerin Allah’ın kelamından hangi mesajları aldıklarını, dünya bilgilerinin ne olduğunu da öğrenmiş oluyorlar. Bunun anlamı şu olur: Tarihte yaşamış falan âlim bu âyet hakkında şu yorumu yapıyordu. Bu gün aynı âyet hakkında o yorumu aynen alıp kullanmak mümkün olduğu gibi, farklı bir yorum getirmek de mümkündür. İşte bu farklı yorum, Allah’ın kelamından bizim anladıklarımızı oluşturur. Tefsir kitaplardaki yorum ise eskilerin kendi dönemlerinde âyetlerden anladıkları mânayı ve yaptıkları yorumu teşkil eder. Durum fıkıh ilmi için de aynen geçerlidir. Fıkıh kitaplarında yer alan binlerce hüküm, eskiden yaşamış olan müçtehit âlimlerin kendi toplumları için kendi dirayetleri ile ve sahip oldukları bilgi birikimi ve kültürleri ile ortaya koydukları yorumlar ve düşünce ürünü bilgilerdir.

-Üretilmiş bilgilere bağlanıp onu yaşamak mı yoksa yorumlamak mı doğru?

*Bu bilgiler o toplumları esas alarak üretilmiştir. Bizim toplumumuzda anılan bilgileri aynen alıp kullanmak toplumun sorununu çözmüş olmayabilir. Bugün ki toplumun sorunlarının çözülebilmesi için, bugünün müçtehit âlimlerinin yaşadığımız topluma göre yeni hüküm ve yeni fıkıh üretmeleri gerekir. Fıkıh kitaplarında yer alan bilgiler, tarihte yaşamış olan âlimlerin, kendi toplumları için ne düşündüklerini ve nasıl bir çözüm şekli getirdiklerini bize ifade eder. Adı geçen âlimler bugün yaşamış olsalardı, neler düşüneceklerini ifade etmez. Bugünün fıkhını meydana getirmek için yaşayan âlimlerin devreye girmesi ve yeni fıkhi bilgiler üretmesi gerekir. İslam tarihi bilgileri için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. Hadisler Kur’an ayetlerini açıklayan sözlerdir. Vahye muhatap olan kişi Peygamberimizdir. Aldığı vahyi bize aktarırken ayetleri yorumlamıştır . Kur’ansız Hadis olmaz.

-Bazı İlahiyatçılar insanların kafasını karıştırıyor. Nerede hata yapıyoruz?

*Ülkemizin sorunlarının çözümü düşünce üretmeye bağlıdır. Eğer gerçekten düşünce üretilebilirse bunların çarpışmasından gerçekler ortaya çıkacaktır. Fakat ne yazık ki, dinî ya da dünyevî belli cemaatlerde düşünce üretilme yerine tek bir düşüncenin muhafaza edilmesi tercih edilmektedir. Dinî ve dünyevî cemaatlerin bütün fertleri aynı şeyi düşünmek zorunda bırakılmaktadır. Bunun adına düşünce tekeli diyebiliriz. Düşüncede tekelleşme değişme, gelişme ve kalkınmaya en büyük bir engeldir. Düşünce tekelleşmesinin var olduğu yerde düşüncelerin çarpışmasından bahs edilemez. Bunun yerine fikirsizliklerin çatışması söz konusu olur. Fikirsizliklerin çatışmasından bedenlerin çatışması doğar. Türkiye’nin çektiği sıkıntının altında yatan neden budur.

-Geçmişteki bilgileri aynen uygulamak mı? Yoksa yeni yorumlarla Cumhurbaşkanının “Güncelleştirme” dediği şeyi yapabilirmiyiz?

*Şüphesiz, geçmişin bilinmesi toplumlar için çok önem arzeder. Zira toplumların gelecekleri, tarihi seyir içinde gelişen kültürleri, kurumları, ancak daha önceki tarihleriyle açıklanabilir. İnsanoğlu da yaşadığı müddetçe her zaman ve mekanda tarihin bir kesiti ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla onun her ne şekilde olursa olsun kendi tarihinden kaçması mümkün değildir. O halde, bir anlamda geçmişi geleceğe taşıyan tarihçilerin bu işi yaparken fonksiyonları ne olmalıdır? Tarihçi çeşitli hislerin tazyiki ile tarihi malzemeye kendi değerlendirmeleri doğrultusunda müdahalede bulunmalı mıdır? Yoksa olduğu gibi geleceğe mi aktarmalıdır? Bu şekildeki sorulara elbette mantık sınırları dahilinde bir cevap verilmeli ve tarafgir yaklaşımlardan kaçınılmalıdır. Çünkü geçmişe ışık tutacak tarihi malzemenin zaten kıt olduğu düşünülürse; böyle bir müdahalenin yapılması geçmişin daha da karanlığa itilmesi demektir.

-Siz akla gelince hemen kitabınız “İslam’da Zekat Müessesesi” akla geliyor.

*Evet. Elhamdulillah 7. defa güncelleştirilmiş baskısı yapılacak Onun için matbaa’da
Zekatını müslümanlar tam verseydi İslam coğrafyasında aç kalmazdı.
Zekât, kulu tevhidin gerçeğine ulaştıran önemli malî bir ibadettir. Çünkü mal Allah’ındır. Zekât veren kul, Allah’ın malının bir bölümünü, mutlaka Allah’ın belirlediği yerlere vermesi gerektiğinin şuurunu elde eder. İşte bu şuur insanı gerçekten Allah’ı tanımaya götürür, tevhidin gerçeğine ulaştırır.
Zekât, yüksek sesle bize şunu söylemektedir: Bütünü ile dünya işlerinin dinden ayrılması anlamında, İslam ile laiklik bir birine zıt olup birleşemezler. Çünkü İslam’ı dünya hayatından, dünya hayatını İslam’dan soyutlamak mümkün değildir. Laiklerin söyledikleri sözler İslam’ın gerçeğini tanımamaktan kaynaklanmaktadır. Aslında laiklik Hıristiyanlıkla dünya işlerinin ayrılması olup Hıristiyanlar için doğru bir yoldur.Çünkü Hıritiyanlık dünya işlerinde aklı çalıştırmaya ve bilgi üretmeye engel hale getirilmiştir. Batı laiklik prensibi ile bunu aşmıştır. Fakat İslam ile hayat tamamıyla örtüşür. İslam ile hayat bir birinden ayrılmayan bir bütündür. Fert ile toplum da bir birinden ayrılmayan iki unsurdur.Zekât, malların çoğalmasını ve bereket kazanmasını sağlar. Enflasyonun birinci ilacı zekâttır.

-Bazı müslümanlar vergi veriyorum. Zekat’tan düşüyorum. diyor. Ne dersiniz?

*Vergi zekât yerine geçmez. Çünkü bu iki işlemin mahiyeti bir birinden farklıdır. Biri Allah’ın belirlediği bir ibadettir, diğeri ise kulların belirlediği bir vergidir. Vergi vatandaşlık görevidir, zekât ise kulluk görevi. Bu iki görevi bir birine karıştırmak caiz değildir. Çünkü ibadetler bir gerekçeye dayalı olarak farz kılınmamışlardır.

-Ülül emre itaat çok tartışılıyor.

*İslam devletinde Ülül-emre itaat farzdır. Kur’anda geçer. Devlet, milletin en güçlü üst kurumudur. Bu kurumda görev ve sorumluluk almak çok ağır bir yükü yüklenmek demektir. Bir devlet görevine atanan kişi eğer sorumluluk bilincine sahipse sadece bu göreve odaklanmalı, başka işleri buna eklememelidir. Devlet görevi amme görevidir. Devlet görevinde esas liyakattir. Her işe layık olan seçilmeli ve iş için en uygun, en bilgili, en birikimli kişi seçilmelidir. İşi ehline vemek Peygamber emridir.

-Son söz ne demek istersiniz?

*Biz islamı doğru anlamak zorundayız. Benim anladığım doğrudur. Mantığı da yanlıştır.
İslamın ilk ylları ve 4 halife devrinde “ŞURA” vardı. Meseleleri Şura tartışır. Karara varır ve Halife o kararı uygulardı. Eğer biz öze dönmek istiyorsak Şura’yı hayata geçirmeliyiz. Tartışmaktan korkmamalı, bilgiye itibar etmeli ve Alimlere gereken değeri vemeliyiz.

-Teşekkür ederim Hocam

*Bilginin daha çok insanlara ulaşmasına vesile oluyorsunuz. Esas ben Teşekkür ederim.

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.

*